Aşağıdaki manifesto dünya çapındaki komünist hareket açısından son derece önemlidir. Tüm okuyucularımızı bu konuyu derinlemesine incelemeye ve mümkün olduğu kadar geniş bir alana yaymaya çağırıyoruz. Bu manifesto IMT Uluslararası Sekreterliği tarafından oybirliğiyle kabul edildi ve bu yılın (2024) Haziran ayında duyurulacak olan yeni Devrimci Komünist Enternasyonal'in kuruluş belgesini temsil ediyor.
Devrimci Komünist Enternasyonal, uyanan devrimci işçi kuşağın ve gençliğin kapitalizmi devirmek için altında toplanabileceği bayrak olmayı kendisine görev edinmiştir. Konferansın tamamı çevrimiçi olarak yayınlanacağı için kuruluşuna şahsen katılabilir, böylece evinizde ya da dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde planlanan birçok izleme partisinden birinde diğer yoldaşlarla birlikte izleyebilirsiniz.
DKE (RCI) kuruluş konferansına katılımınızı kaydettirmek için bu bağlantıyı takip edin.
Devrimci Komünist Enternasyonal Manifestosu
Büyük Rus devrimcisi Leon Troçki 1938'de şöyle yazmıştı: “ İnsanlığın tarihsel krizi, devrimci önderliğin krizinden kaynaklanmaktadır.” Bu sözler bugün hâlâ yazıldıkları günkü kadar doğru ve günceldir.
21. yüzyılın üçüncü on yılında kapitalist sistem yine varoluşsal bir krizin içinde bulunuyor. Tarihte böyle durumlar kesinlikle olağan dışı değil. Bunlar verili bir sosyo-tarihsel sistemin sınırlarına ulaştığının ve artık ilerici bir rol oynayamayacak durumda olduğunun ifadesidirler.
Marksist tarihsel materyalizm teorisi bize bu fenomeni açıklamak için bilimsel bir teori verir. Her sosyo-ekonomik sistem belirli sebeplerden ortaya çıkar. Gelişir, büyür, sonra zirveye ulaşır ve bunun üzerine bir gerileme döneminin içine düşer. Kölelik toplumunda ve Roma İmparatorluğu'nun çöküşünde böyleydi.
Kapitalizm, kendi döneminde sanayiyi, tarımı, bilimi ve teknolojiyi geçmişte hayal bile edilemeyecek derecede geliştirmeyi başarmıştı. Bunu yaparken, bilinçsizce gelecekteki sınıfsız bir toplumun maddi temellerini yarattı.
Ama artık sınırına ulaşmış durumda ve her şey tersine dönüyor. Kapitalist sistem tarihsel potansiyelini çoktan tüketmiştir. Toplumu geliştirmekten aciz, artık geri dönülemez bir noktaya gelmiştir.
Mevcut kriz kapitalizmin olağan, düzenli krizlerinden biri değil. Bu, yalnızca üretici güçlerin durgunluğunda değil, aynı zamanda genel bir kültür, ahlak, politika ve din krizinde de ifadesini bulan varoluşsal bir krizdir.
Zengin ile fakir arasındaki uçurum, yani birkaç asalağın elindeki müstehcen zenginlik ile insanlığın büyük çoğunluğunun yoksulluk, sefalet ve çaresizliği arasındaki uçurum, hiçbir zaman bugünkü kadar derin olmamıştı.
Bunlar, devrilmeye hazır, hasta bir toplumun iğrenç belirtileridir. Bu sistemin nihai ölümü kaçınılmazdır. Ancak bu burjuvazinin, en azından geçici olarak ve belirli bir ölçüde, krizleri geciktirme ya da etkilerini hafifletme olanağı olmadığı anlamına gelmez.
Ancak bu tür önlemler yalnızca yeni ve çözümsüz çelişkiler yaratır. 2008 mali krizi önemli bir dönüm noktasıydı. Gerçekte dünya kapitalizmi bu krizden hiçbir zaman kurtulamadı.
Onlarca yıldır burjuva iktisatçılar “piyasanın görünmez elinin” her şeyi çözeceğini ve devletin ülkenin ekonomik hayatından uzak durması gerektiğini iddia ediyorlardı. Ancak piyasalar çöktü ve ancak büyük hükümet müdahalesiyle kurtarıldı. Bu kriz, hükümetleri ve merkez bankalarını, tam bir felaketi önlemek için sisteme muazzam miktarda para pompalamaya zorladı.
Burjuvazi, sistemini ancak doğal sınırlarının çok ötesine genişleterek kurtarabilirdi. Hükümetler sahip olmadıkları büyük miktarlarda para harcadılar. Bu cesur yola Kovid-19 salgını sırasında tekrar gidildi.
Bu umutsuz önlemler kaçınılmaz olarak enflasyonun hızla yükselmesine ve devasa ulusal, kurumsal ve hane halkı borçlanmasına yol açarak hükümetleri frene basmaya zorladı. Artık tüm süreç tersine döndü.
Son derece düşük faiz oranları ve krediye kolay erişim çağı artık geçmişte kalan silik bir hatıradır. Öngörülebilir gelecekte işlerin eski haline dönmesine - bu bir gün mümkün olsa bile - imkan yok. Küresel ekonomi, kriz faktörlerinin birbirini güçlendirerek keskin bir aşağı yönlü gidişatı körüklediği büyük bir fırtınayla karşı karşıya.
Dünya, sürekli bir savaş döngüsünün, ekonomik çöküşün ve artan sefaletin hakim olduğu olduğu belirsiz bir geleceğe doğru gidiyor. En zengin ülkelerde bile ücretler aralıksız enflasyon nedeniyle aşınırken, hükümet harcamalarındaki derin kesintiler sağlık ve eğitim sistemlerini daha da aşındırıyor.
Bu önlemler, işçilerin orta sınıfların yaşam standartlarına doğrudan bir saldırıdır.
Ancak bu, kriz daha ağırlaştırmaktan başka bir şekilde yaralanmıyor. Burjuvazinin ekonomik dengeyi yeniden yapılandırmaya yönelik tüm çabaları, diğer tarafta sosyal ve politik dengeyi bozuyor. Burjuvalar, çözümü olmayan bir krize yakalanmış durumda. Mevcut durumun anlaşılmasının anahtarı budur.
Ancak Lenin uzun zaman önce kapitalizmin nihai krizi diye bir şeyin olmadığını ilan etmişti. Kapitalist sistem, devrilmediği sürece, en derin krizlerden bile, insanlığa çok ağır bedeller ödeyerek, her zaman çıkmayı başaracaktır.
Küreselleşmenin sınırları
Kapitalist krizlerin ana nedenleri, bir yanda üretim araçlarının özel mülkiyeti, diğer yanda kapitalizmin yarattığı üretici güçler için çok dar olan ulusal pazarın katı korsesidir.
“Küreselleşme” olgusu bir süreliğine, dünya ticaretini teşvik ederek ve uluslararası işbölümünü genişleterek burjuvazinin, ulusal pazarın sınırlamalarını kısmen aşmasını sağladı.
Bu, Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra Çin, Hindistan ve Rusya'nın kapitalist dünya pazarına entegrasyonuyla hızlandı. Son on yıllarda kapitalist sistemin hayatta kalmasının ve büyümesinin ana yolu bu oldu.
Tıpkı eski simyacıların adi metali altına dönüştürmenin gizli formülünü bulduklarına inandıkları gibi, burjuva iktisatçıları da kapitalizmin tüm sorunlarının gizli tarifini keşfettiklerine inanıyorlardı.
Bu yanılsamalar sabun köpüğü gibi patladı. Bu sürecin artık sınırına ulaştığı ve tam tersine dönüştüğü çok açık. Ekonomik milliyetçilik ve korumacı önlemler bugünün hakim eğilimidir; 1930'lardaki durgunluktan Büyük Bunalım'a kadar uzanan aynı eğilimler.
Bu, tüm durumda belirleyici bir dönüm noktasına işaret ediyor. Bu kaçınılmaz olarak uluslar arasındaki çelişkilerin muazzam derecede yoğunlaşmasına ve askeri çatışmaların ve korumacılığın yayılmasına yol açıyor.
Bu, ABD emperyalizminin “Önce Amerika!” sloganı altında yürüttüğü yüksek sesli kampanyada çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. “Önce Amerika”, dünyanın geri kalanının ikinci, üçüncü veya dördüncü sıraya itilmesi gerektiği anlamına gelir; bu da daha fazla çelişkiye, savaşa ve ticari çatışmaya yol açar.
Sonsuz kabus
Kriz her düzeyde istikrarsızlıkla ifade ediliyor: ekonomik, mali, sosyal, politik, diplomatik ve askeri. Yoksul ülkelerde milyonlarca insan, emperyalist finansörlerin acımasız pençeleri altında ezilerek, açlıktan yavaş yavaş ölme tehlikesiyle karşı karşıya.
Haziran 2023'te Birleşmiş Milletler, savaş, açlık ve iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle yerinden edilen insan sayısının 110 milyon olduğunu tahmin etti - pandemi öncesine göre keskin bir artış. Bu Gazze'deki savaştan önceydi.
Bu dehşetten kaçmak için çaresiz kalan birçok insan, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa gibi ülkelere kaçmak zorunda kalıyor. Akdeniz'de veya Rio Grande'de zorlu ve tehlikeli yolculuk yapanlar, yol boyunca tarif edilemez şiddet ve istismarla karşı karşıya kalıyor. Her yıl on binlerce kişi bunu deneyerek ölüyor.
Bunlar, hayal edilemeyecek boyutlarda sefalet, ölüm ve yıkımdan başka bir şey getirmeyen emperyalizmin şiddetinin ve sözde serbest piyasa ekonomisinin tahribatının yol açtığı ekonomik ve toplumsal çöküşün korkunç sonuçlarıdır.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından ABD bir süreliğine dünyanın tek süper gücüydü. Muazzam bir güçle birlikte muazzam bir kibir geldi. ABD emperyalizmi, Washington'a boyun eğmek istemeyen her ulusu boyunduruk altına almak için ekonomik güç ve askeri gücün bir karışımını kullanarak kendi iradesini her yere dayattı.
Balkanlar'ın ve eski Sovyet nüfuz alanının kontrolünü ele geçirdikten sonra, bir milyondan fazla insanın ölümüne yol açan acımasız, sebepsiz bir Irak işgali başlattı. Afganistan'ın işgali bir başka kanlı bölümdü. Bu talihsiz ülkede kaç kişinin hayatını kaybettiğini kimse bilmiyor.
Ancak Rusya ve İran'ın müdahalesiyle Amerikalıların yenilgiye uğradığı Suriye'de ABD'nin gücünün sınırları netleşti. Bu, durumu aniden değiştirdi. O zamandan bu yana ABD emperyalizmi birbiri ardına aşağılayıcı yenilgiler yaşadı.
Bu gerçek, başlı başına kapitalizmin küresel krizinin çarpıcı bir kanıtıdır. 19. yüzyılda İngiliz emperyalizmi, egemen dünya gücü rolünden muazzam bir zenginlik elde etti. Ama artık işler tersine döndü.
Kapitalizmin krizi ve uluslar arasında artan gerilimler dünyayı çok daha çalkantılı ve tehlikeli bir yer haline getiriyor. Dünya polisinin işi giderek daha karmaşık ve pahalı hale geliyor. Her yerde sorunlar ortaya çıkıyor ve artık zayıflık hisseden eski müttefikler, büyük patrona meydan okumak için bir araya geliyor.
ABD emperyalizmi gezegendeki en güçlü ve gerici güçtür. Askeri harcamaları sonraki on ülkenin toplamı kadar yüksek. Ama yine de iradesini dünyanın hiçbir bölgesinde kararlılıkla dayatamıyor.
ABD emperyalizminin soğuk zulmü ve iğrenç ikiyüzlülüğü, Gazze'deki korkunç olaylarla daha da belirginleşti. Cani İsrail rejiminin çaresiz erkek, kadın ve çocuklara yönelik gerçekleştirdiği acımasız katliama aktif olarak katıldı.
Bu kriminal saldırı savaşı, ABD hükümet kliğinin aktif desteği olmasaydı bir gün bile sürmezdi. Ancak Washington kurbanların akıbeti konusunda timsah gözyaşları dökerken Netanyahu'nun mücadelesini desteklemek için silah ve para göndermeye devam ediyor.
Ancak en çarpıcı olanı, Washington'un İsraillileri Amerikan çıkarlarına uygun olanı yapmaya zorlama konusundaki tamamen başarısızlığıydı. İpleri ne kadar çekerlerse çeksinler kukla kendi melodisiyle dans etmeye devam etti. Bu, yalnızca Orta Doğu'da değil, Amerikan nüfuzunun genel olarak azaldığının çok anlamlı bir göstergesiydi.
Bir ulusun başkalarına hükmetme yeteneği mutlak değil görecelidir. Durum statik değil dinamiktir ve sürekli değişmektedir. Tarih, daha önce geri kalmış ve ezilen ulusların, komşularına saldıran, onları tahakküm altına alıp sömürmeye çalışan agresif devletlere dönüşebildiklerini göstermiştir.
Bugün Türkiye Ortadoğu'nun egemen güçlerinden biridir. Bölgesel emperyalist bir güçtür. Buna karşılık, kapitalist yola giren Rusya ve Çin, küresel erişime sahip zorlu emperyalist güçler olarak ortaya çıktılar. Bu onları Amerikan emperyalizmi ile doğrudan çatışmaya sokuyor.
Geçmişte bugünkü gerilimler önde gelen güçler arasında büyük bir savaşa yol açardı.
Ancak değişen koşullar böyle bir konuyu en azından şimdilik gündemden çıkardı.
Kapitalistler vatansever, demokratik veya asil görünen diğer ilkelere dayalı savaşlar yürütmezler. Kâr için, dış pazarları fethetmek için, ham maddeler (petrol gibi) ve nüfuz alanlarını genişletmek için savaşlar yaparlar.
Bu çok açık değil mi? Ayrıca nükleer bir dünya savaşının bunların hiçbiri anlamına gelmediği, yalnızca her iki tarafın karşılıklı yok edilmesi anlamına geldiği de çok açık değil mi? Bu senaryoyu tanımlayan bir ifade bile var: MAD/mutually assured destruction (karşılıklı garantili yıkım”/Kabusun dengesi).
Ana emperyalist güçler arasındaki açık savaşa karşı bir diğer önemli faktör, özellikle (ancak yalnızca değil) ABD'de savaşa yönelik kitlesel muhalefettir. Yakın zamanda yapılan bir ankete göre ABD nüfusunun yalnızca %5'i Ukrayna'ya doğrudan askeri müdahaleyi destekliyor.
Irak ve Afganistan'da Amerikan halkının bilincine kazınan utanç verici yenilgiler göz önüne alındığında bu hiç de şaşırtıcı değil. Bu ve Rusya ile doğrudan bir askeri çatışmanın nükleer bir savaş eylemine dönüşebileceği korkusu önemli bir caydırıcıdır.
Her ne kadar mevcut şartlarda bir dünya savaşı ihtimali olmasa da, Ukrayna'dakine benzer pek çok “küçük” savaş ve vekâlet savaşları yaşanacaktır. Bu tür savaşların küresel etkisi önemli olacaktır. Bu, genel istikrarsızlığı ve küresel düzensizliği körükleyecektir.
Gazze'de yaşananlar bunu açıkça ortaya koydu.
Bu sistemin sunduğu gelecek, insanlık için ancak sonsuz sefalet, acı, hastalık ve savaş anlamına gelebilir. Lenin'in sözleriyle ifade edersek: Kapitalizm sonu olmayan kabustur.
Burjuva demokrasisinin krizi
Önümüzdeki dönemde ekonomik koşullar İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden çok 1930'lardakine çok daha benzer olacaktır. Dolayısıyla şu soru ortaya çıkıyor: Burjuva demokrasisi öngörülebilir gelecekte bozulmadan kalacak mı?
Demokrasi, kesin olarak söylemek gerekirse, sınıf mücadelesinin işçi sınıfına tavizler verilerek kabul edilebilir sınırlar içinde tutulabildiği birkaç zengin ve ayrıcalıklı ulusun tekelindedir.
Bu, ABD ve Büyük Britanya gibi ülkelerde sözde demokrasinin onlarca yıl sürdürülebilmesinin maddi önkoşuluydu. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar, Muhafazakarlar ve İşçi Partisi, hiçbir temel fark yaratmadan sırayla iktidara geldi.
Aslında burjuva demokrasisi sadece dostane bir maskedir; arkasında bankaların ve büyük şirketlerin diktatörlüğünün gizlendiği bir cephedir. Egemen sınıf kitlelere daha fazla taviz veremez hale geldikçe maske bir kenara itiliyor ve tiranlığın ve baskının çirkin gerçekliği ortaya çıkıyor. Bu giderek daha açık hale geliyor.
Serbest piyasanın demokrasiyi garanti edeceği söylendi bize. Ancak demokrasi ve kapitalizm birbirine zıttır. Sermayenin stratejistleri artık burjuva demokrasisinin yaşayabilirliği ve bizzat kapitalizmin geleceği hakkındaki şüphelerini açıkça dile getiriyorlar.
Her vatandaşın eşit fırsatlara sahip olduğu eski, rahat masal artık tamamen paramparça oluyor. Müstehcen zenginlik ve lüks, zengin ülkelerde bile kitlesel olarak sergilenen kitlesel yoksulluk, işsizlik, evsizlik ve umutsuzlukla tam bir tezat oluşturuyor.
Derinleşen ekonomik gerileme sadece işçi sınıfını değil orta sınıfın da önemli bir bölümünü etkiliyor. Ekonomik şoklar, hayat pahalılığı krizi, hızlı enflasyon ve sürekli artan faiz oranları küçük işletmeleri yıkıma sürüklüyor. Süper zenginler ve onların takipçileri dışında toplumun her düzeyinde genel bir belirsizlik ve gelecek korkusu var.
Sistemin meşruluğu refahın geniş bir alana yayılmasına dayanmalıdır. Ancak sermaye giderek birkaç milyarderin, büyük bankaların ve şirketlerin elinde yoğunlaşıyor.
Demokrasi yerine, incelikli bir şekilde gizlenmiş bir plütokrasinin yönetimine sahibiz. Zenginlik güç satın alır. Bunu herkes biliyor. Demokrasi şu anlama gelir: bir vatandaş, bir oy. Ancak kapitalizm şu anlama gelir: bir dolar, bir oy. Birkaç milyar dolar Beyaz Saray'a bilet alabilir.
Bu gerçek çoğu insan için giderek daha açık hale geliyor. Mevcut siyasi düzene karşı giderek artan bir kayıtsızlık ve siyasi seçkinlere ve onların kurumlarına karşı güvensizlik -aslında nefret- var.
Parlamenter yönetimin kendisinin içi oyuluyor. Gerçek güç parlamentodan hükümete ve hükümetten seçilmemiş yetkililer ve “danışmanlardan” oluşan zümrelere geçerken, seçilmiş organlar sadece gevezelik haline geliyor.
Polis ve yargının herhangi bir şekilde bağımsız olduğu yalanı apaçık ortaya çıkıyor. Sınıf mücadelesi yoğunlaştıkça bu kurumlar kendilerini daha da açığa çıkaracak ve belki bir zamanlar sahip oldukları tüm saygı ve otoriteyi kaybedecekler.
Eninde sonunda burjuvazi, çok fazla düzensizliğin, çok fazla grev ve gösterinin, çok fazla kaosun olduğu sonucuna varacaktır. “Düzen istiyoruz!” Gösteri ve grev hakkı, ifade ve basın özgürlüğü gibi demokratik haklara yönelik kısıtlamaları şimdiden görüyoruz.
Belli bir noktada burjuvazi öyle ya da böyle açık diktatörlüğe başvurma eğilimine girecek. Ancak bu, ancak işçi sınıfının Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da olduğu gibi bir dizi ciddi yenilgiye uğramasından sonra gerçekçi bir ihtimal olacaktır.
Ancak bu gerçekleşmeden çok önce işçi sınıfı, gücünü burjuva devlete karşı test etmek ve iktidarı kendi eline almak için birçok fırsata sahip olacak.
Faşizm tehlikesi var mı?
Uluslararası sözde soldaki yüzeysel izlenimciler aptalca Trumpizm'i faşizm olarak görüyorlar. Bu kafa karışıklığı, önemli olayların gerçek anlamını anlamamıza yardımcı olmuyor.
Bu saçmalık onları doğrudan sınıf işbirliği bataklığına sürüklüyor. Yanlış “daha az kötü” düşüncesinin propagandasını yaparak, işçi sınıfını ve onun örgütlerini burjuvazinin gerici bir kanadıyla diğerine karşı ittifaka davet ediyorlar.
Bu yanlış politikalarla seçmenleri Joe Biden'ı ve Demokratları desteklemeye ikna etmeyi başardılar; bu karar, daha sonra birçok kişinin acı bir şekilde pişman olduğu bir karardı.
Sürekli olarak sözde “faşizm” tehlikesini hatırlatarak, işçi sınıfını gelecekte gerçek faşist oluşumlarla karşılaştığında silahsızlandırıyorlar. Günümüze gelince hiçbir şey anlamıyorlar.
Yeterince sağcı demagog var ve hatta bazıları iktidara bile seçilmiş durumda. Ancak bu, işçi örgütlerini yok etmek için öfkeli küçük burjuvazinin kitlesel seferberliğine bir koçbaşı olarak bel bağlayan faşist rejimle aynı şey değildir.
1930'larda toplumsal çelişkiler nispeten kısa bir sürede çözüldü ve ancak proleter devrimin zaferiyle ya da gericilikle (faşizm ya da Bonapartizm biçiminde) sonuçlanabildi.
Ancak egemen sınıf geçmişte faşistleri destekleyerek parmaklarını fena halde yakmıştı. Bu yolu hafife almayacaktır.
Bugün daha da önemlisi değişen güç dengeleri nedeniyle bu kadar hızlı bir çözümün imkansız olmasıdır. Gericiliğin toplumsal rezervleri 1930'lara göre çok daha zayıf ve işçi sınıfının özgül ağırlığı çok daha fazla.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde köylülük neredeyse tamamen ortadan kaybolurken, daha önce kendilerini orta sınıfın bir parçası olarak gören insanların büyük bir kısmı (vasıflı işçiler, beyaz yakalı işçiler, öğretmenler, üniversite profesörleri, memurlar, doktorlar ve hemşireler) bugün proletaryaya daha yakın ve sendikalarda örgütlenmiş durumdalar.
1920'lerde ve 1930'larda faşizmin fırtına birliklerini sağlayan öğrenci topluluğu keskin bir şekilde sola kaydı ve devrimci fikirlere açık. Çoğu ülkede işçi sınıfı onlarca yıldır ciddi bir yenilgiye uğramadı. Güçleri büyük ölçüde sağlam.
Burjuvazi, tarihinin en ciddi kriziyle karşı karşıyadır, ancak işçi sınıfının muazzam güçlenmesi nedeniyle açık gericiliğe doğru hızla ilerleyememektedir.
Bu, egemen sınıfın geçmişin kazanımlarını ortadan kaldırmaya çalışması durumunda ciddi zorluklarla karşılaşacağı anlamına geliyor. Krizin derinliği, aşırı tasarruf tedbirleri uygulamaya çalışması gerektiği anlamına geliyor. Ancak bu, birbiri ardına ülkelerde patlamalara neden olacaktır.
Çevre felaketi
Sürekli savaşlar ve ekonomik krizlerin yanı sıra, insanlık gezegenin yok olmasıyla da tehdit ediliyor. Sürekli kâr peşinde koşan kapitalist sistem, soluduğumuz havayı, yediğimiz yemeği, içtiğimiz suyu zehirledi.
Amazon yağmur ormanlarını ve kutuplardaki buzulları yok ediyor. Okyanuslar plastikle dolu ve kimyasal atıklarla kirleniyor. Hayvan türleri endişe verici bir hızla tükeniyor. Bütün ülkelerin geleceği tehlikede.
Toplumun en yoksul kesimleri ve işçi sınıfı, kirliliğin ve iklim değişikliğinin etkilerinden en çok etkileniyor. Ve sanki bu yetmezmiş gibi, egemen sınıf da kapitalizmin yarattığı bu krizin faturasını kendisinin ödemesini talep ediyor.
Marx, insanlığın bir seçimle karşı karşıya olduğunu ilan etti: sosyalizm ya da barbarlık. Barbarlık unsurları en ileri kapitalist ülkelerde bile zaten mevcuttur ve medeniyetin varlığını tehdit etmektedir. Ancak bugün kapitalizmin insanlığın varlığına yönelik bir tehdit oluşturduğunu kesinlikle söyleyebiliriz.
Bütün bunlar milyonlarca insanın, özellikle de gençlerin bilincini sarsıyor. Ancak ahlaki öfke ve öfkeli gösteriler tamamen yetersizdir. Eğer iklim hareketi kendisini sembolik siyasetle sınırlandırırsa, kendisini acizliğe mahkûm etmiş olur.
İklim aktivistleri sorunun en belirgin belirtilerini tespit edebiliyor. Ancak doğru tanı koymuyorlar, bu olmadan tedavi bulmak imkansız. İklim hareketi ancak açık ve net bir anti-kapitalist devrimci pozisyon alırsa hedeflerine ulaşabilir.
Biz en iyi unsurlara ulaşmalı ve onları sorunun kapitalizmin ta kendisi olduğuna inandırmalıyız. Çevre felaketi piyasa ekonomisinin çılgınlığının ve kâr amacının sonucudur.
Sözde serbest piyasa ekonomisi insanlığın sorunlarını çözemez. Muazzam bir israfa, yıkıma ve insanlık dışılığa neden oluyor. Bu temelde hiçbir ilerleme olamaz. Planlı bir ekonomiye dair argümanlar reddedilemez.
Bankerlerin ve kapitalistlerin mülksüzleştirilmesi, piyasadaki anarşinin yerine uyumlu ve akılcı bir planlama sisteminin getirilmesi gerekiyor.
Bugün kapitalist sistem, var olma sebebini kaybetmiş bir canlının tüm korkunç özelliklerini göstermektedir. Ancak bu ölmek üzere olduğunu anladığı anlamına gelmez. Durum tam tersi.
Bu dejenere ve hastalıklı sistem, hayata inatla tutunan, hasta ve bunak bir ihtiyar benziyori. İşçi sınıfının bilinçli devrimci hareketi tarafından devrilene kadar yalpalamaya devam edecektir.
Kapitalizmin uzun süren ölüm mücadelesine, onu devrimci bir şekilde devirerek son vermek ve toplumu tamamen yeniden inşa etmek işçi sınıfının görevidir.
Kapitalizmin bugünkü varlığı, Dünya gezegeninin geleceğine yönelik açık ve acil bir tehdittir. İnsanlığın yaşaması için kapitalist sistemin ölmesi gerekiyor.
Öznel faktör
Kapitalizmin genel krizinden, onun çöküşünün kaçınılmaz olduğu ve önlenemeyeceği sonucu çıkarılabilir. Aynı anlamda sosyalizmin zaferi de tarihsel bir zorunluluktur.
Bu genel anlamda doğrudur. Ancak genel önermelerden fiili olaylara ilişkin somut bir açıklama çıkarmak imkansızdır.
Eğer her şey tamamen kaçınılmazsa, o zaman devrimci bir partiye, sendikalara, grevlere, gösterilere, teori araştırmalarına veya başka herhangi bir şeye gerek yoktur. Ancak tüm hikaye tam tersini gösteriyor. Sübjektif faktör olan liderlik, tarihin önemli anlarında kesinlikle önemli bir rol oynar.
Karl Marx, örgütlenme olmadan işçi sınıfının sömürünün hammaddesinden başka bir şey olmadığına dikkat çekti. Organizasyon olmadan biz bir hiçiz. Onunla her şeyiz.
Ancak burada sorunun can alıcı noktasına geliyoruz. Gerçek sorun, liderliğin tamamen yokluğu, işçi liderlerinin tamamen ahlaksızlığıdır.
İşçi sınıfının tarihsel olarak gelişmiş kitle örgütleri, onlarca yıllık göreceli refah boyunca egemen sınıfın ve küçük burjuvazinin baskısına maruz kaldı. Bu durum işçi bürokrasisinin bu örgütler üzerindeki etkisini artırmıştır.
Kapitalizmin krizi kaçınılmaz olarak reformizmin krizine neden oluyor. Sağcı liderler, hareketin temelini oluşturan fikirleri terk etmiş ve temsil ettiklerini iddia ettikleri sınıfa yabancılaşmışlardır.
İşçi örgütlerinin önderliği tarihin herhangi bir döneminde olduğundan daha fazla burjuvazinin baskısı altına girdi. Amerikalı sosyalist Daniel DeLeon'un türettiği ve Lenin'in sıklıkla alıntıladığı bir ifadeyle söylersek, onlar yalnızca "kapitalist sınıfın işçi teğmenleridir." Onlar bugünü ya da geleceği değil, geçmişi temsil ediyorlar. Gelecek fırtınada bir kenara sürüklenecekler.
Ancak sorun sağcı reformistlerle başlayıp bitmiyor.
“Sol”un iflası
Sözde sol, her yerde sağın ve düzenin baskısına boyun eğerek özellikle zarar verici bir rol oynadı. Bunu Çipras'ta ve Yunanistan'daki Syriza liderliğinin geri kalanında gördük. Aynı süreci İspanya'da Podemos'ta, ABD'de Bernie Sanders'ta, İngiltere'de Jeremy Corbyn'de de gözlemlemek mümkün.
Tüm bu vakalarda, sol kanat sözcüleri başlangıçta birçok insanın umutlarını ateşledi, ancak sağ kanattan gelen baskılara boyun eğdiklerinde bu umutlar hayal kırıklığına dönüştü.
Bu liderleri korkaklık ve zayıflıkla suçlamak kolay olurdu. Ancak bu bireysel ahlak ya da kişisel cesaretle ilgili değil, aşırı siyasi zayıflıkla ilgili.
Sol reformistlerin temel sorunu, kitlelerin taleplerinin kapitalist sistemden kopmadan karşılanabileceğine olan inançlarıdır. Bu anlamda sağcı reformistlerden farklı değiller, tek fark ikincisi, tamamen teslim olduklarını bankacılardan ve kapitalistlerden saklama zahmetine bile girmiyor.
Genel olarak “sol” artık sosyalizmden bahsetmiyor bile. Artık 1930'lardaki eski sol liderlerin gölgesi bile değiller. Bunun yerine kendilerini daha iyi yaşam standartları, daha demokratik haklar vb. yönündeki zayıf taleplerle sınırlandırıyorlar.
Artık kapitalizmden değil, “neoliberalizmden”, yani “güzel” kapitalizmin karşıtı olarak “kötü” kapitalizmden bahsediyorlar, ancak bu hayali güzel kapitalizmin tam olarak neye benzemesi gerektiğini asla söylemiyorlar.
Sistemden kopmayı reddettikleri için solcu reformistler kaçınılmaz olarak egemen sınıfla bir uzlaşma bulmak zorundalar. Hiçbir tehdit oluşturmadıklarını ve kapitalistlerin çıkarları doğrultusunda yönetme konusunda kendilerine güvenilebileceğini kanıtlamaya çalışıyorlar.
Bu onların, birliği koruma gerekliliğini öne sürerek haklı çıkarmaya çalıştıkları sağ kanattan (egemen sınıfın işçi hareketi içindeki açık ajanları) ayrılmayı inatla reddetmelerini açıklıyor.
Sonunda bu onların her zaman sağa teslim olmalarına yol açar. Ancak iktidara geldiklerinde aynı itici gücü kullanmıyorlar, bunun yerine hemen sola karşı şiddetli bir cadı avı başlatıyorlar.
Burada korkaklık, şu ya da bu bireyin kişisel karakteriyle ilgili bir sorun değildir. Sol reformizmin siyasi DNA'sının ayrılmaz bir parçasıdır.
Zulme karşı mücadele
Kapitalizmin krizi, mevcut topluma, onun değerlerine, ahlakına ve dayanılmaz adaletsizliklerine ve baskılarına karşı birçok derin direniş hareketinde ifadesini buldu.
Toplumdaki temel çelişki hâlâ ücretli emek ile sermaye arasındadır. Ancak baskı, bazıları ücretli kölelikten çok daha eski ve daha derinlere dayanan pek çok farklı biçime bürünebilir.
Baskının en yaygın ve acı verici biçimleri arasında erkek egemen bir dünyada kadınlara yönelik baskılar yer alıyor. Kriz kadınların ekonomik bağımlılığını artırıyor. Sosyal sistemdeki kesintiler, çocuk bakımı ve yaşlı bakımı konusunda kadınların sırtına orantısız bir yük bindiriyor.
Dünyanın her yerinde kadına yönelik şiddet salgını var. Kürtaja erişim gibi haklar saldırı altındadır. Bu durum büyük bir tepkiye neden oluyor ve özellikle genç kadınlar arasında mücadeleci bir ruh hali gelişiyor.
Kadınların korkunç baskıya karşı isyanı kapitalizme karşı mücadelenin temelidir.
Kadınların tam katılımı olmadan başarılı bir sosyalist devrim olamaz.
Her türlü baskı ve ayrımcılığa karşı mücadele, kapitalizme karşı mücadelenin gerekli bir parçasıdır.
Bizim tutumumuz çok basit: Her kavgada zalimlere karşı her zaman mazlumların yanında yer alacağız. Ancak bu genel ifade, amacımızı ifade etmek için yeterli değildir. Tavrımızın temelde olumsuz olduğunu da eklememiz gerekiyor.
Bu şu anlama gelir: Kadınlara, etnik azınlıklara, eşcinsellere, translara veya diğer ezilen grup veya azınlığa yönelik her türlü baskı ve ayrımcılığa karşıyız.
Ancak belirli bir grubun haklarını koruma iddiasında olan kimlik politikalarını kategorik olarak reddediyoruz. B politika biçimi bu kisve altında işçi sınıfının birliğini nihayetinde zayıflatan ve egemen sınıfa paha biçilmez bir hizmet sağlayan gerici ve bölücü bir rol oynuyor.
Her türden sınıf karşıtı fikirler işçi hareketine bulaşmış durumda: postmodernizm, kimlik politikaları, “politik doğruculuk” ve sınıf karşıtı ve gerici ideoloji için bir kemer görevi gören “sol” küçük burjuvazinin üniversitelerden kaçak olarak harekete soktuğu tüm diğer tuhaf saçmalıklar.
Sözde postmodernizmin bir yan ürünü olan kimlik politikaları öğrencilerin kafasını karıştırıyor. Bu sınıf karşıtı fikirler, bürokrasinin elinde, en kararlı sınıf savaşçılarına karşı mücadelesinde son derece etkili bir silah teşkil eden sendikal hareketin içine girmiştir.
Lenin, komünistlerin tüm cephelerde savaşmasının gerekli olduğunu vurguladı - sadece ekonomik ve politik düzeyde değil, ideolojik cephede de. Marksist teorinin ve diyalektik materyalizm felsefesinin sağlam temelleri üzerinde sağlam bir şekilde duruyoruz.
Bu, felsefi idealizmin tüm biçimleriyle tam bir çelişki içindedir: ister açık, gizlenmemiş din mistisizmi, ister alaycı, gizli ve daha az zehirli olmayan postmodernizm mistisizmi olsun.
Sınıfsal-yabancı ideolojiye ve onun küçük-burjuva temsilcilerine karşı mücadele bu nedenle çok önemli bir görevdir. Yalnızca patronların ekmeğine yağ süren bu bölücü ve karşı-devrimci fikirlere ve onların köklü taktiklerinden olan böl ve yönet'e taviz verilemez.
Aslında gençliğin komünizme yönelen bir kesimi arasında bu zararlı fikirlere karşı zaten sağlıklı bir tepki var.
Komünistler sınıf siyaseti zemininde dimdik dururlar ve işçi sınıfının tüm ırk, renk, cinsiyet, dil ve din farklılıklarına rağmen birliğini savunurlar. Siyah ya da beyaz, erkek ya da kadın olmanız umurumuzda değil. Ayrıca nasıl yaşadığınız veya partnerinizin kim olduğu (veya olmadığı) da bizi ilgilendirmiyor. Bunlar, ne bürokratları, ne rahipleri, ne de politikacıları ilgilendiren, tamamen kişisel meselelerdir.
Bize katılmanın tek şartı, gerçek özgürlük, eşitlik ve kadın ile erkek arasında gerçekten insani ilişkileri sunabilecek tek şey için mücadele etme isteği ve iradesidir: işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi için kutsal dava.
Ama komünistlere katılmanın ön koşulu, kimlik siyasetinin tüm gerici saçmalıklarını kapıda bırakmanızdır.
Sendikalar
İçinde bulunduğumuz dönem tarihin en fırtınalı ve gergin dönemidir. Sınıf mücadelesinin genel olarak canlanmasının koşulları yaratıldı. Ama bu kolay olmayacak. Göreceli bir sakinlik döneminin ardından işçi sınıfı artık uyanmaya başlıyor. Sendikalarda örgütlenme gerekliliği gibi temel şeyleri bile yeniden öğrenmek zorunda kalacak.
Ancak kitle örgütlerinin önderliği her yerde içler acısı bir durumda; başta sendikalar.
İşçi sınıfının en acil ihtiyaçlarını karşılamada ne yazık ki yetersiz oldukları görüldü. Sendikaları kendileri kurup güçlendiremiyorlar bile.
Bu durum, teslimat hizmetleri, çağrı merkezleri ve benzeri güvencesiz işlerde çalışan genç nesil işçilerin tamamının sömürü için hammaddeden pek fazlası olmamasına yol açtı.
Amazon depoları gibi şirketlerde uzun vardiyalar çalışarak ve düşük ücretler alarak acımasızca sömürülüyorlar. İşçilerin makul ücret artışları elde etmek için yalnızca grev tehdidinde bulunmak zorunda kaldıkları günler çoktan geride kaldı. Patronlar mevcut ücret seviyelerini zorlukla karşılayabileceklerini ve kesinlikle taviz veremeyeceklerini söyleyecekler.
Hala sınıf barışı ve uzlaşma hayalleri kuran herkes geçmişte, kapitalizmin artık var olmayan bir aşamasında yaşıyor demektir. Marksistler değil, sendika liderleri ütopyacıdır! İşaretler yalnızca proletaryanın büyük mücadelelerine değil, aynı zamanda zayıf liderliğinden kaynaklanan yenilgilere de işaret ediyor. İhtiyaç duyulan şey gerçek mücadele kararlılığı ve sınıf mücadelesinin yeniden canlandırılmasıdır.
Radikalleşme süreci devam edecek, derinleşecek ve komünistlerin sendikalarda ve fabrikalarda çalışmaları için büyük fırsatlar yaratacaktır.
İhtiyaç duyulan şey, reformizme karşı ciddi bir mücadele ve sendikalardan başlayarak işçi sınıfının kitle örgütlerinin yenilenmesi için mücadele etmektir. Bunların işçi sınıfının mücadele örgütlerine dönüştürülmeleri gerekiyor.
Ancak bu sadece reformist bürokrasiye karşı amansız bir mücadeleyle mümkün olabilir. Sendikalar tepeden tırnağa temizlenmeli, sınıf barışı siyaseti tamamen ortadan kaldırılmalıdır.
Mücadeleye hazır olmak yeterli değil
Reformizme karşı mücadele etmemiz, reformlara karşı olduğumuz anlamına gelmez.
Sendika liderlerini reform mücadelesi verdikleri için eleştirmiyoruz. Tam tersine hiç kavga etmedikleri için onları eleştiriyoruz.
Patronlarla denge arıyorlar ve kararlı bir şekilde kavga etmekten kaçınıyorlar.
Tabanlarının baskısı altında başka türlü yapamadıklarında, grev eylemini sınırlamak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar ve hareketin mümkün olduğu kadar çabuk bitmesi için kokuşmuş bir uzlaşma buluyorlar.
Komünistler, ne kadar küçük olursa olsun, işçilerin yaşam standartlarını yükselten veya haklarını genişleten her türlü reform için mücadele edeceklerdir. Ancak mevcut koşullar altında önemli reformlar için mücadele ancak mümkün olan en geniş kapsamlı ve devrimci çerçevede başarılı olabilir.
Resmi, burjuva demokrasinin sınırları, pratikte giderek daha fazla test edildikçe ortaya çıkacak. Sınıf mücadelesinin mümkün olan en geniş ölçekte gelişmesi için en uygun koşulları yaratmak amacıyla her anlamlı demokratik talebi savunmak için mücadele edeceğiz.
Bir bütün olarak işçi sınıfı yalnızca kendi deneyimi yoluyla öğrenir. Kapitalizm içinde ilerleme için verilen günlük mücadeleler olmasaydı, sosyalist devrim düşünülemezdi.
Ancak sonuçta militan sendika aktivizmi yeterli değil. Kapitalist kriz koşullarında işçi sınıfının kazanımları uzun süre dayanamaz.
Patronlar bir eliyle verdiğini diğer eliyle geri alacak. Ücret artışları, enflasyon veya vergi artışlarıyla tüketiliyor. İşyerleri kapanıyor ve işsizlik artıyor.
Yalnızca toplumda radikal değişim için mücadele ederek reformların baltalanmamasını sağlayabiliriz. Bir noktada savunma savaşları saldırı savaşlarına dönüşebilir. İktidar için nihai mücadeleye zemin hazırlayan şey, tam da kısmi talepler için verilen küçük mücadele deneyimidir.
Partinin gerekliliği
İşçi sınıfı toplumdaki tek gerçek devrimci sınıftır. Sadece onun, üretim araçlarının özel mülkiyetine ve insan emeğinin sömürülmesine dayanan ve bir avuç zengin asalağın yağmacı açgözlülüğünü tatmin etmeye hizmet eden bir sistemin varlığını sürdürmesini istemek için hiçbir nedeni yok.
Komünistler, işçi sınıfının bilinçsiz ya da yarı bilinçli, toplumu değiştirme dürtüsüne farkındalık yaratma sorumluluğuna sahiptir. Bankerlerin ve kapitalistlerin diktatörlüğünü devirme gücü yalnızca işçi sınıfına aittir.
İşçi sınıfı izin vermezse hiçbir ışığın yanmayacağını, hiçbir tekerleğin dönmeyeceğini, telefonların çalmayacağını hiçbir zaman unutmamalıyız.
Bu çok büyük bir güç. Fakat bu yalnızca potansiyel bir güçtür. Bunun gerçeğe dönüşmesi için başka bir şeye ihtiyaç var: organizasyon.
Bu tıpkı doğanın güçleri gibi. Buhar öyle bir güçtür. Sanayi devriminin itici gücüydü.
Gücü türbinleri çalıştırıyor, ışık, ısı ve enerji üretiyor, büyük şehirleri hayat ve hareketle dolduruyor.
Ancak buhar, yalnızca bir pistonu hareket ettirmek için bir silindirde yoğunlaştığında güç üretir. Bu mekanizma olmadan, faydasız yere buharlaşarak atmosfere karışır. Böylelikle o sadece bir potansiyel olarak kalıyor, başka bir şey değil.
En temel düzeyde bile sınıf bilincine sahip her işçi sendikal örgütlenmenin gerekliliğini anlıyor. Ancak proleter örgütünün en yüksek ifadesi devrimci partidir. Parti, sınıfın, görevler, angajman, mücadeleye hazır olmak konularında en ileri bilince sahip katmanını kapitalizmi yıkma mücadelesinde içinde birleştirir. Böyle bir partinin kurulması bizim için en acil görevdir.
Bilinç
Artan ekonomik ve sosyal istikrarsızlık mevcut toplumun temellerini çökertmekle tehdit ediyor. Seçimlerde her yerde - sağa, sonra sola ve tekrar sağa - şiddetli dalgalanmalar nasıl açıklanabilir?
İleriyi göremeyen sol reformistler, iddia edilen geri kalmışlıklarından dolayı işçileri suçluyorlar. Böyle kendilerini mazur göstermeye ve kendi sefil rollerini örtbas etmeye çalışıyorlar. Ancak bu, çaresizliğin ve ciddi bir alternatifin tamamen yokluğunun bir ifadesidir. Kitleler umutsuzca bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor. Bir seçeneği diğeri ardına test ediyorlar. Hükümetler, partiler ve liderler sırasıyla test ediliyor, uygunsuz bulunuyor ve reddediliyor.
Bu süreçte reformistler çok acınası bir rol oynuyorlar. Hatta mümkün olduğu ölçüde sol reformistler daha da acınası davranıyorlar. Bu, bilinçte bir değişiklikle sonuçlanır ve sanıldığı gibi yavaş ya da kademeli olarak gerçekleşmez.
Elbette belli bir süre içinde olgunlaşması gerekiyor ama niceliksel değişiklikler sonunda kritik bir noktaya ulaşıyor. Nicelik kaliteye dönüşür. Bilinçteki keskin değişiklikler tüm durumun doğasında vardır.
Özellikle gençler arasında gördüğümüz değişim bu şekilde gerçekleşiyor. Bir ankette 1000 İngiliz yetişkinden "kapitalizm" ile en çok ilişkilendirdikleri kelime ve ifadeleri sıralamaları istendi.
En üstte “açgözlülük” (%73), “sürekli performans baskısı” (%70) ve “yolsuzluk” (%69) yer alıyor. Ankete katılanların %42'si şu ifadeye katılıyor: "Kapitalizmde zenginler yönetir ve siyasi gündemi onlar belirler."
Değişimin en açık ifadesi gençler arasında komünist düşünceye yönelmedir. Gençler, Komünist Parti manifestosunu hiç okumamış olmalarına ve bilimsel sosyalizm hakkında hiçbir şey bilmemelerine rağmen kendilerine komünist diyorlar.
Sol, sürekli ihanetiyle bu insanlar için “sosyalizm” kelimesinin gökyüzü gibi kokmasını sağladı. En iyi insanlar için bunun bir anlamı yok. “Komünizm istiyoruz” diyorlar. “Ne eksik, ne fazla.”
Komünist nedir?
Komünist Parti Manifestosu'nun Proletarya ve Komünistler bölümünde şunu okuyoruz:
“Komünistlerle proletarya arasındaki ilişki nedir? Komünistler diğer işçi partileri ile karşılaştırıldığında özel bir parti değildir. Bütün proletaryanın çıkarlarından ayrı bir çıkarları yoktur.
Proleter hareketi doğrultusunda şekillendirmek istedikleri farklı prensipler ortaya koymuyorlar.
Komünistler diğer proleter partilerden yalnızca bir yandan proleterlerin çeşitli ulusal mücadelelerinde milliyetten bağımsız olarak tüm proletaryanın ortak çıkarlarını vurgulamaları ve hayata geçirmeleri bakımından farklılık gösterirler, [...]
Bu nedenle komünistler, tüm ülkelerdeki işçi partilerinin pratik olarak en karalı ve sürekli itici gücü olan parçasıdırlar; Teorik olarak, proleter hareketin koşulları, gidişatı ve genel sonuçları hakkında proletarya kitlesinin geri kalanından daha iyi bir anlayışa sahipler.”
Bu sözler meselenin özüne çok iyi oturuyor.
Devrimci Komünist Enternasyonal'in zamanı geldi mi?
Kapitalizmin savunucuları, sözde serbest piyasa ekonomisine karşı artan direniş karşısında dehşete düşüyorlar. Belirsiz ve fırtınalı bir geleceğe dehşetle bakıyorlar.
Bütün burjuvazi karamsar bir ruh halinde. Onların daha aklı başında temsilcileri de 1917 ile dünyanın bugünkü durumu arasındaki rahatsız edici paralellikleri keşfetmeye başlıyor. Bu bağlamda, temiz bir bayrağı ve açık devrimci politikaları olan bir devrimci partiye duyulan ihtiyaç sorunu ortaya çıkıyor.
Hareketimizin uluslararası niteliği kapitalizmin bir dünya sistemi olması gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Marx, başından beri işçi sınıfının uluslararası bir örgütünü yaratmaya çalıştı.
Komünist Enternasyonal'in Stalinist yozlaşmasından bu yana böyle bir örgüt mevcut değil. Artık Devrimci Komünist Enternasyonal kurmanın zamanı geldi!
Bazıları bunun sekterlik olduğunu düşünecek. Kesinlikle değil. İşçi hareketinin kenarlarında utanç verici derecede bencil bir şekilde caka satarak dolaşan aşırı sol ve sekter gruplarla kesinlikle hiçbir ortak noktamız yok.
Sekterlerden uzak durmalıyız. Komünizme doğru ilerleyen yeni, taze katmanlara yaklaşmamız gerekiyor. Böyle bir adım ne sabırsızlığın ne de subjektif idareciliğin ifadesidir. Nesnel durumun net bir şekilde anlaşılmasına dayanır. Bu ve başka hiçbir şey böyle bir adımı kesinlikle gerekli ve kaçınılmaz kılmaz.
Gerçek şu ki:
İngiltere, ABD, Avustralya ve diğer ülkelerde yapılan son anketler, komünizm fikrinin çok hızlı yayıldığını açıkça gösteriyor. Komünizmin potansiyeli devasadır. Görevimiz, potansiyeli örgütsel bir ifadeyle gerçeğe dönüştürmektir.
Avangardı gerçek bir Devrimci Komünist Parti halinde örgütleyerek, onu disiplinli bir Bolşevik örgütle birleştirerek, Marksizmin fikirleri ve Lenin'in yöntemleri konusunda eğiterek, önümüzdeki dönemde merkezi bir rol oynayabilecek, sosyalist devrimin gelişmesine katkıda bulunacak bir güç inşa edeceğiz.
Bu bizim görevimiz. Hiçbir şey bizi bunları yerine getirmekten alıkoyamamalı.
Stalinizm ve Bolşevizm
Uzun bir süre komünizmin düşmanları Ekim Devrimi'nin ruhunu başarıyla kovduklarına inanıyorlardı. Sovyetler Birliği'nin çöküşü, komünizmin sonsuza dek sona ereceğine dair inançlarını doğruluyor gibiydi. “Soğuk Savaş bitti” diye övünüyorlardı, “ve biz kazandık.”
Sınıf düşmanlarımız bu masalı ısrarla tekrarlasa da 1980'lerde çöken şey komünizm değil, Lenin ve Bolşeviklerin 1917'de kurduğu işçi demokrasisi sistemiyle hiçbir ilgisi olmayan korkunç, bürokratik ve totaliter bir karikatür olan Stalinizm'di.
Stalin, Lenin'in ölümünün ardından devrimin gerileme döneminde iktidara gelen ayrıcalıklı bir bürokratlar kastına dayanarak Bolşevizme karşı siyasi bir karşı devrim gerçekleştirdi. Karşı-devrimci diktatörlüğünü pekiştirmek için Stalin'in, Lenin'in tüm silah arkadaşlarını ve çok sayıda samimi komünisti öldürmekten başka seçeneği yoktu.
Stalinizm ve Bolşevizm ne özdeştir ne de yalnızca biçim bakımından farklılık gösterirler: birbirlerinin can düşmanıdırlar. Kan nehirleri onları birbirinden ayırıyor.
“Komünist” partilerin yozlaşması
Komünizm, Lenin'in ismine ve Rus Devrimi'nin görkemli geleneklerine geri dönülemez biçimde bağlıdır, ancak bugün Komünist Partiler yalnızca ismen "komünisttir". Bu partilerin liderleri uzun zaman önce Lenin ve Bolşeviklerin fikirlerini atmışlardır.
Leninizm'den önemli bir kopuş, anti-Marksist "tek ülkede sosyalizm" politikasının benimsenmesiydi. 1928'de Troçki, bunun kaçınılmaz olarak dünyadaki tüm Komünist Partilerin ulusal-reformist yozlaşmasına yol açacağını öngörmüştü. Görüldüğü üzere, haklıydı.
Başlangıçta Komünist Parti liderleri itaatkar bir şekilde Stalin'in ve bürokrasinin talimatlarını izlediler. Moskova'dan gelen bütün dönüşleri itaatkar bir şekilde takip ettiler. Daha sonra Stalin'den uzaklaştılar, ancak Lenin'e dönmek yerine keskin bir şekilde sağa kaydılar. Moskova'dan kopmaları bu partilerin çoğu ülkede reformist bir perspektif ve politikalara yönelmesine yol açtı.
Her ulusal partinin liderliği “tek ülkede sosyalizm”in feci mantığını izledi ve ülkelerinin burjuvazisinin çıkarlarına uyum sağladı. Bu, komünist partilerin tamamen yozlaşmasına ve hatta tamamen dağılmasına yol açtı
Bu sürecin en uç örneği, bir zamanlar Avrupa'nın en büyük ve en güçlü Komünist Partisi olan İtalyan Komünist Partisi'dir (PCI). Ulusal reformist yozlaşma politikası, sonuçta PCI'nin dağılmasına ve onun burjuva reformist bir partiye dönüşmesine yol açtı.
Britanya Komünist Partisi'nin bugünkü etkisi, siyasi çizgisi ılımlı sol reformizmin ötesine geçmeyen günlük gazetesi Morning Star ile sınırlıdır. Esasında sendika bürokrasisinin sol kanadından biri.
İspanyol Komünist Partisi (PCE), Ukrayna'ya silah sağlayarak NATO'nun Rusya'ya karşı savaşına katılan bir koalisyon hükümetinde yer alıyor. Bu, partinin ciddi düşüşünün tetikleyicisiydi. Parti gençliği (UJCE) resmi çizgiyi reddetti ve ihraç edildi.
Amerika Birleşik Devletleri Komünist Partisi, Demokrat Parti için bir seçim grubundan biraz daha fazlasıdır ve insanları Biden'a ve dolayısıyla "faşizme karşı" oy vermeye çağırıyor.
Güney Afrika Komünist Partisi 30 yıldır kapitalizm yanlısı ANC hükümetinin bir parçası ve hatta 2012'de Marikana'da 34 grevci madencinin katledilmesini bile savundu.
Liste sonsuz.
Komünist partilerin krizi
Dünya tarihinin bu kritik anında uluslararası komünist harekette tam bir kafa karışıklığı var.
Dünyanın dört bir yanındaki komünist partiler, Gazze'deki katliama, “uluslararası hukuka” ve Birleşmiş Milletler'in (yani büyük emperyalist güçlerin) kararlarına saygı çağrısı yaparak karşılık verdi.
Rusya'nın Şubat 2022'de Ukrayna'yı işgal etmesi derin bir bölünmeye neden oldu. Çoğu komünist parti skandal bir şekilde kendi egemen sınıflarının tutumuna boyun eğdi. Özellikle Batı'da pek çok komünist parti, NATO'ya örtülü desteklerini barış, “müzakere” ve benzeri pasifist çağrılarla gizledi. Gazze'ye saldırı işleri daha da kötüleştirdi.
Fransız Komünist Partisi (PCF), lideri Mélenchon'un Hamas'ı terör örgütü olarak etiketlemeyi reddetmesi nedeniyle sol seçim ittifakından (NUPES) çekildi.
Öte yandan bazı partiler Rusya ve Çin'in dış politikasının sadece birer aracı haline geldiler. Bu ülkeleri, "kendilerini emperyalist sömürgecilikten ve borç köleliğinden kurtarmak" için mücadele edecek zayıf ve bağımlı ulusların ilerici müttefikleri olarak tasvir ediyorlar.
Rusya Federasyonu Komünist Partisi (KPRF) uç bir örnektir. Artık bırakın komünist olmayı, bağımsız bir varoluş iddiasında bile bulunamaz. Zyuganov'un (parti lideri) partisi uzun zamandan beri gerici Putin rejiminin takipçisinden başka bir şey olmadı.
Bu çelişkiler birçok bölünmeye yol açmıştır. 2023'te Havana'da düzenlenen Uluslararası Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı (IMCWP), bir "uzlaşı" sağlayamadığı için Ukrayna'daki savaşa ilişkin ortak bir açıklama bile yayınlayamadı.
Komünist hareketin krizi ve KKE'nin rolü
Pek çok komünist işçi bu utanmaz revizyonizme karşı tavır aldı.
Yunanistan Komünist Partisi (KKE) şüphesiz eski, itibarsızlaşmış Stalinist-Menşevik sahne teorisi fikrinden kopma yönünde önemli adımlar attı. Ukrayna savaşına ilişkin doğru, enternasyonalist bir tutum aldı ve onu emperyalistler arasındaki bir çatışma olarak nitelendirdi.
Yunan limanlarından Ukrayna'ya silah sevkiyatını engellemek için bir işçi hareketine öncülük etti. Bunu her gerçek komünist heyecanla takip eder. Bu gelişmeler şüphesiz önemli olsa da, Yunan komünistlerinin başlattığı sürecin tamamlandığı sonucuna varmak için henüz çok erken.
Anti-Marksist tek ülkede sosyalizm teorisinden tamamen kopmak ve Leninist birleşik cephe yaklaşımını benimsemek özellikle gereklidir.
KKE, Ukrayna savaşının emperyalistler arası bir çatışma olduğu konusunda aynı tutumu paylaşan diğer komünist partilerle bağlar kurmaya çalışıyor. Bu doğru yönde atılmış bir adımdır ancak başarının önkoşulu, dünyadaki tüm gerçek komünist akımları kapsayan açık ve demokratik bir tartışma olacaktır.
Tartışma ve demokratik merkeziyetçiliğin aksine, diplomasi ve "uzlaşı", Lenin'in fikir ve yöntemlerine dayalı gerçek bir Komünist Enternasyonal'in yeniden inşasının temeli değildir.
Görevimiz, hareketi gerçek kökenlerine döndürmek, korkak revizyonizmden kopmak ve kendimizi bilinçli olarak Lenin'in bayrağı altına yerleştirmektir. Bu amaçla aynı hedefi paylaşan her partiye veya kuruluşa dost eli uzatıyoruz.
Troçki, Uluslararası Sol Muhalefet'i kurduğunda, onu uluslararası komünist hareketin sol muhalefeti olarak anladı. Bizler gerçek komünistleriz, Bolşevik-Leninistleriz ve Stalin tarafından bürokratik olarak komünist hareketin saflarından dışlanmışız.
Biz her zaman Ekim'in kızıl bayrağını ve gerçek Leninizm'i korumak için mücadele ettik. Artık dünya komünist hareketinin ayrılmaz bir parçası olarak haklı yerimizi geri almalıyız.
Stalinizmin son kalıntılarından nihayet kopmak için hareket içinde geçmişe dair dürüst bir tartışma başlatmanın zamanı geldi. Bu, Leninizmin sağlam temeli üzerinde kalıcı komünist birliğin zeminini hazırlayacaktır.
Kahrolsun revizyonizm!
Tüm komünistlerin mücadeleci birliği için! Lenin'e dönüş!
Lenin'in siyaseti
Bizim acil görevimiz kitleleri kazanmak değil. Bu bizim gücümüzün çok ötesinde. Amacımız en ilerici ve sınıf bilincine sahip kesimleri kazanmak. Ancak bu şekilde kitlelere ulaşmanın yolunu bulabiliriz. Ama kitlelere yaklaşımımız önemsiz bir konu değil.
Yeni nesil işçiler ve gençler bu çıkmazdan çıkış yolu arıyor. En iyi kısımlar, yalnızca sosyalist devrim yolunun çözüme gideceğini anladı.
Çözmeleri gereken sorunların doğasını anlamaya başlıyorlar. Yavaş yavaş radikal çözümlerin gerekli olduğunu fark ediyorlar. Ancak sabırsızlıkları onları hata yapmaya sevk edebilir.
Eğer önemli olan tek şey işçi sınıfını devrimci sloganlarla bombardıman etmek olsaydı, komünistlerin işi çok kolay olurdu. Ancak bu tamamen yetersizdir ve hatta ters etki yaratabilir.
İşçi sınıfı yalnızca deneyim yoluyla öğrenebilir, özellikle de büyük olayları yaşarken. Genellikle çok yavaş öğrenir; bazen sabırsızlığın ve hayal kırıklığının etkisine yenik düşen birçok devrimci için çok yavaş.
Lenin, Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeden önce kitleleri fethetmeleri gerektiğini anlamıştı. Bunu yapmak için taktiksel olarak son derece esnek olmak gerekir. Lenin her zaman devrimcilere sabırlı olmalarını tavsiye etti: 1917 devriminin fırtınasında bile Bolşeviklere tavsiyesi şuydu: "Sabırla açıklamak."
İşçi sınıfının somut deneyimine dayalı taktiklerin nasıl geliştirileceğini anlamadan, devrimci bir hareketin nasıl inşa edileceğini konuşmaya gerek yok. Bu boş bir konuşma olurdu: keskin tarafı olmayan bir bıçağa benzer.
Bu nedenle strateji ve taktik sorunları komünistlerin değerlendirmelerinde merkezi bir yer tutmalıdır. Lenin ve Troçki, komünist avangard ile reformist kitle örgütleri arasındaki ilişkiye dair çok net bir anlayışa sahipti.
Bu, Lenin'in devrimci taktikler üzerine şüphesiz yetkili beyanında özetlenmiştir: Sol Radikalizm: Komünizmin Çocukluk Hastalığı. Bir asırdan fazla bir süre sonra, Lenin'in bu önemli soruna ilişkin yazıları, sözde Troçkist sekterler için kapalı bir kitap olarak kalıyor.
Onlar Troçkizmin bayrağını her yerde itibarsızlaştırdılar ve bürokrasiye çok değerli bir hizmette bulundular. Kitle örgütlerinin, modası geçmiş olarak bir kenara atılabileceğini düşünüyorlar. Bu örgütlere yönelik tutumları ise bağıra çağıra ihanetle suçlamakla sınırlıdır. Bu taktik doğrudan çıkmaza götürür.
Komünistlerin reformistlerin etkisi altındaki emekçi kitlelerle köprü kurması gerektiğini anlayan Lenin ve Troçki'nin esnek yöntemleriyle hiçbir ortak yanı yoktur.
Bu steril sekterlikten kararlı bir şekilde uzak durmalı ve cesaretle işçi sınıfına yönelmeliyiz. Komünist politikaları sabırla kitlelere anlatırsak ve reformist liderlerden taleplerde bulunursak reformist işçileri komünizm için kazanabiliriz.
“Tüm yetki konseylere”
İşçi ve asker kitlelerini temsil eden bu örgütlerin reformist Menşeviklerin ve
Sosyalist-Devrimcilerin kontrolü altında olduğu 1917 yılında Lenin'in “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganını ortaya attığı gerçeğini belirtmek yeterli.
Lenin bu sloganla reformist Sovyet liderlerine şunları söyledi: “Pekala beyler. Siz çoğunluktasınız. İktidarı elinize almanızı ve insanlara istediklerini - barışı, ekmeği ve toprağı - vermenizi öneriyoruz. Bunu yaparsanız sizi destekleriz. İç savaş olmayacak ve iktidar mücadelesi, Sovyetlerde nüfuz için barışçıl bir mücadele olacaktır.”
Korkak reformcu liderler iktidarı ele almayı düşünmediler. Burjuva Geçici Hükümete boyun eğdiler, o da emperyalizme ve gericiliğe boyun eğdi. Sovyetlerdeki işçi ve askerler, liderlerinin hain karakterini kendi gözleriyle görebildiler ve Bolşevizme yöneldiler.
Bolşeviklerin Şubat 1917'de yaklaşık 8.000 üyeli küçük bir partiden, Ekim Devrimi'nin hemen öncesinde Sovyetlerde çoğunluğu kazanma yetisine sahip bir kitle örgütüne dönüşmesi ancak bu şekilde mümkün oldu.
Her şeyden önce bugün gerçeklik duygumuzu korumak önemlidir. Komünizmin gerçek güçleri, kontrolümüz dışındaki tarihsel güçler tarafından geri püskürtüldü. Biz işçi hareketi içindeki bir azınlığın azınlığıyız.
Doğru fikirlerimiz var. Ancak işçi sınıfının büyük çoğunluğunun öncelikle fikirlerimizin doğru ve gerekli olduğuna ikna edilmesi gerekiyor. Büyük ölçüde geleneksel reformist örgütlerin etkisi altında kalıyor. Bunun, bu örgütlerin liderlerinin onlara krizden kolay ve acısız bir çıkış yolu sunuyor gibi görünmeleri gibi çok basit bir nedeni var.
Elbette bu yol aslında yalnızca daha fazla yenilgiye, hayal kırıklığına ve sefalete yol açar. Komünistler, hiçbir durumda işçi sınıfını reformist sınıf hainleri ve bürokratların şefkatli gözetimine bırakmamalıdır. Tam tersine onlara karşı amansız bir mücadele yürütmeliyiz.
Ancak işçi sınıfı için acı verici reformizm okulundan geçmenin başka yolu yok.
Bizim görevimiz onları kenardan eleştirmek değil, bu deneyimi onlarla omuz omuza yaşamak ve Bolşeviklerin 1917'de yaptığı gibi, bundan gerekli sonuçları çıkarmalarına yardımcı olmak ve... İleriye doğru bir yol bulmak.
İşçilere köprü kurmak
İşçi sınıfıyla, yabancı cisimler veya düşmanlar olarak değil, ortak düşman sermayeye karşı silah arkadaşları olarak algılandığımız bir diyaloğa girmeliyiz. Onlara komünizmin üstünlüğünü sözle değil eylemle kanıtlamalıyız.
Reformizmin etkisi altında kalan emekçi kitleler arasında sesimizi duyurmanın yollarını bulmak zorundayız. Bürokrasi, işçileri komünistlerden korumak için acımasızca her yolu deneyecektir. Yasaklamalar, dışlamalar, yalanlar, iftiralar, hakaretler ve her türlü saldırılar... Ancak komünistler her zaman bu engelleri aşmanın yollarını ve yöntemlerini bulacaktır. İşçi örgütlerinin liderliğini ele geçiren bürokrasinin komünistlerin işçi sınıfına ulaşmasını kalıcı olarak engellemesi mümkün değildir.
Doğru taktiği belirlemenin altın kuralı yoktur. Bunun için sonuçta somut koşullar belirleyicidir. Taktik bir prensip meselesi değil, amaca uygunluk meselesidir. Sosyal demokrasiden kopmayı ve 1914'te Britanya'da bağımsız bir Komünist Parti'nin kurulmasını inatla savunan aynı Lenin, daha sonra İngiliz partinin kendi programını, bayrağını ve politikasını sürdürmeye devam ederek İşçi Partisi'ne katılmaya çalışması gerektiğini öne sürdü.
Bazı durumlarda sola doğru ilerleyen işçileri sağlam bir devrimci konuma kazanmak için tüm güçlerimizi reformist örgütlere göndermek gerekebilir.
Ancak bu soru şu anda ortaya çıkmıyor. Bunun koşulları mevcut değil. Ama her durumda işçi sınıfına giden bir yol bulmak gerekiyor. Bu taktiksel bir sorun değil, komünist avangard için bir ölüm kalım meselesidir.
Komünistler bağımsız bir parti olarak çalışsalar da, işçi sınıfının kitle örgütlerini asla gözden kaçırmamak ve kitlelere giden yolları bulmak için mümkün olan her yerde birleşik cephe taktiklerini kullanmakla yükümlüdürler. Bu, Marx'ın, Engels'in, Lenin'in ve Troçki'nin fikirlerine ve yöntemlerine uzaktan da olsa aşina olan herkes için ABC'dir.
Politikamız tam olarak Lenin'in tavsiyelerine ve Komünist Enternasyonal'in ilk dört kongresindeki tezlere dikkatle uymaya dayanmaktadır. Eğer sekter eleştirmenlerimiz bunu anlamıyorsa bu tamamen onların sorunudur.
Ne için mücadele ediyoruz?
Özünde komünistlerin hedefleri tüm işçi sınıfının hedefleri ile örtüşmektedir. Açlığın ve evsizliğin tamamen ortadan kaldırılması için mücadele ediyoruz; İyi çalışma koşullarıyla garantili bir iş için, haftalık çalışma saatlerinin radikal bir şekilde azaltılması için, özgürce erişilebilen ve kaliteli bir sağlık ve eğitim sistemi için, emperyalizmin ve savaşın sona ermesi ve gezegenimizin çılgınca yok edilmesine son verilmesi için.
Ancak kapitalizm koşullarında bu hedeflere ancak amansız bir mücadeleyle ulaşılabileceğini, bunun da ancak bankacıların ve kapitalistlerin mülksüzleştirilmesiyle sonuçlanabileceğine dikkat çekiyoruz. Bu nedenle Troçki geçiş talepleri fikrini geliştirdi.
Komünistler işçi sınıfının her mücadelesine var güçleriyle müdahale edeceklerdir.
Hareket içinde ortaya koydukları spesifik talepler elbette şartlara göre değişecek ve ülkeden ülkeye de farklılık gösterecek. Dolayısıyla programatik bir talepler listesinin böyle bir manifestoda yeri yoktur.
Ancak tüm ülkelerin komünistlerinin somut talepler geliştirmesini sağlayacak yöntem Troçki tarafından geliştirildi ve 1938'de Dördüncü Enternasyonal'in kuruluş belgesi olan Kapitalizmin Ölüm Savaşı ve Dördüncü Enternasyonal'in Görevleri'nde parlak bir şekilde açıklandı. Bu belgeye Geçiş Programı da denir.
Bu belgede ortaya konulan talepler, Lenin ve Bolşeviklerin programını özetlemekte ve aynı zamanda Komünist Enternasyonal'in ilk dört kongresinin yayımlanmış tezleri ve belgelerinde de yer almaktadır.
Geçiş talepleri basit bir fikre dayanmaktadır. Troçki, kapitalist gerileme döneminde yaşam standartlarını iyileştirmeye yönelik her türlü ciddi mücadelenin kaçınılmaz olarak "kapitalist mülkiyetin ve burjuva devletinin sınırlarını aştığını" açıkladı.
Savaşta savunma savaşları saldırı savaşlarına dönüşebilir; Sınıf mücadelesinde günün taleplerine yönelik bir mücadele, belirli koşullar altında bilinç gelişiminde bir sıçramaya yol açabilir ve devrimci iktidar mücadelesini hedefleyen bir hareketin doğmasına yol açabilir.
Sonuçta burjuva düzeninin yıkılmasıyla bağlantılı olmadığı sürece hiçbir reform kalıcı değildir.
Komünistler, işçi sınıfının tam kurtuluşu için, baskıdan ve çalışma işkencesinden özgürleşmesi için mücadele ediyor. Bu da ancak burjuva devletinin yıkılması, üretim araçlarının kamulaştırılması ve demokratik işçi denetimi ve yönetimi altında sosyalist planlı bir ekonominin inşa edilmesiyle mümkündür.
İnsanlığın geleceği buna bağlı. Büyük İrlandalı Marksist James Connolly'nin sözleriyle, "taleplerimiz çok mütevazı, biz sadece dünyayı istiyoruz."
Komünizm ütopik bir fikir midir?
Kapitalizmi savunanların başvurabilecekleri son çare, köhnemiş sistemlerin alternatifi olmadığı iddiasıdır. Ama hangi aklı başında insan buna inanır?
İnsanlığın, içinde bulunduğumuz korkunç durumdan daha üstün bir sistem geliştirmekten aciz olduğu gerçekten doğru olabilir mi? Böylesine gerçekçi olmayan bir iddia, insan zekasına büyük bir hakarettir.
Bankacıların ve kapitalistlerin diktatörlüğünün sona ermesi, birkaç milyarderin açgözlülüğü yerine, insanlığın ihtiyaçlarını karşılayacak, rasyonel olarak planlanmış bir ekonominin inşa edilmesini mümkün kılacaktır.
Bu konuyu ciddi olarak düşünen herkes için çözüm açıktır. Artık ulaşılabilir durumdadır. Açlığı, yoksulluğu, savaşı ve kapitalizmin tüm hastalıklarını ortadan kaldırmanın, insanların kendilerine uygun biçimde yaşayabilecekleri bir dünya inşa etmenin tek yolu budur.
Komünizmin düşmanları bunun ütopik bir fikir olduğunu söylüyorlar. Ne ironi: Ütopik, artık hiçbir işe yaramayan ve sadece varlığı bile toplumun gerçek ihtiyaçlarıyla çelişen bir ekonomik ve sosyal sistemdir. Böyle bir sistemin var olma hakkı yoktur ve tarihin çöplüğüne atılmaya mahkumdur.
Komünizmin ütopik hiçbir yanı yoktur. Aksine. Yeni ve daha yüksek bir insan toplumu biçiminin maddi önkoşulları küresel olarak halihazırda mevcuttur ve hızla olgunlaşmaktadır.
Bilim ve teknolojideki muazzam ilerlemeler, yoksulluğun, evsizliğin ve açlığın ortadan kalkacağı bir dünyaya umut verici bir bakış sunuyor. Yapay zekanın modern robotlarla birlikte geliştirilmesi, çalışma saatlerini, özgürce karar vermedikçe kimsenin çalışmak zorunda kalmayacağı bir noktaya kadar azaltabilir.
Sınıfsız bir toplumun maddi önkoşulu tam da çalışma yoluyla bu köleleşmenin ortadan kaldırılmasıdır. Bu artık kesinlikle mümkün. Bu bir ütopya değil, ulaşılabilir bir şey. Yeni bir dünya doğmak üzere. Eskisinin rahminde sessizce ama istikrarlı bir şekilde büyüyor.
Ama kapitalizmde her şey tersine döner. Her şeyi kâr güdüsüne tabi kılan bir sistemde her teknolojik gelişme daha fazla işsizlik, daha fazla haftalık çalışma saati, daha fazla sömürü ve daha fazla kölelik anlamına geliyor.
Biz sadece, her şeyin bir azınlığın doyumsuz açgözlülüğüne tabi olduğu adaletsiz ve mantıksız sistemi, üretim amacının insan ihtiyaçlarının karşılanması olduğu rasyonel ve uyumlu planlı bir ekonomiyle değiştirmeyi öneriyoruz.
Gerçek bir Komünist Enternasyonal için!
Otuz yıl önce Sovyetler Birliği'nin çöküşü sırasında, Francis Fukuyama muzaffer bir şekilde tarihin sonunu ilan etmişti. Ancak tarihten kurtulmak o kadar kolay değil. Yoluna devam ediyor ve burjuva yazarların görüşlerini umursamıyor. Ve artık tarihin çarkı 180 derece döndü.
Sovyetler Birliği'nin çöküşü şüphesiz büyük bir tarihi dramdı. Ancak geriye dönüp bakıldığında bu, çok daha büyük bir dramın, kapitalizmin ölüm krizinin başlangıcı olarak görülecektir.
Mevcut krizin uzun süre devam etmesinin nedenlerini yukarıda özetlemiştik. Sübjektif faktör eksik olduğundan iniş ve çıkışlarla dolu yıllar hatta on yıllar sürebilir. Ama bu madalyonun sadece bir yüzü.
Kriz uzayacak ama hiçbir şekilde barışçıl ya da sakin olmayacak. Aksine! Modern zamanların en fırtınalı ve belirsiz dönemine girdik.
Kriz birbiri ardına ülkeleri etkileyecek. İşçi sınıfı iktidarı ele geçirmek için birçok fırsatla karşılaşacak. Keskin ve ani değişiklikler tüm durumun doğasında vardır. Hiç beklemediğimiz bir anda ortaya çıkabilirşer. Buna hazırlıklı olmalıyız.
Artık gençliğin geniş kesimlerini komünizmin üstünlüğüne ikna etmek zorunda değiliz. Zaten komünistler. Reformizmden ve korkak “sol” oportünizmden kökten kopmuş bir örgüt ve temiz bir bayrak arıyorlar.
Onları bulmak ve kazanmak için her türlü pratik önlemi almalıyız. Buna yeni bir partinin ve yeni bir enternasyonalin kurulması da dahildir. Bütün durum bunu gerektiriyor. Bu günün meselesidir ve geciktirilmeye tahammülü yok.
İhtiyaç duyulan şey, Lenin'in ve diğer büyük Marksistlerin fikirlerinin temellerine dayanan gerçek bir Komünist Parti ve Komünist Enternasyonal’in ilk beş yıldaki geleneğini sürdüren bir Enternasyonaldir
Görevlerimizin büyüklüğüyle karşılaştırıldığında sayımız hala az ve bu konuda hiçbir yanılsamamız yok. Ancak tarihteki her devrimci hareket küçük ve görünüşte önemsiz olarak başlamıştır.
Yapacak önemli işlerimiz var ve bu çalışma şimdiden önemli meyvelerini veriyor ve çok önemli bir aşamaya yaklaşıyor.
Artık tarihin akışı ile yüzdüğümüz için hızla büyüyoruz. Her şeyden önce doğru fikirlere sahibiz. Lenin, Marksizmin her şeye kadir olduğunu çünkü doğru olduğunu söyledi. Bu gerçek bizi geleceğe dair güvenle dolduruyor.
Büyük Fransız ütopik sosyalist Fourier, sosyalizmi insanlığın potansiyelinin gerçekleşmesi olarak görüyordu.
İnsanlık tarihinde ilk kez komünizm, kitlelere henüz erişemedikleri ve sahiplenebilecekleri bir kültürün kapılarını açacak. Sonuç, sanatın, müzik ve kültürün daha önce benzeri görülmemiş şekilde gelişmesi olacak.
Hayatın tamamen yeni bir anlam kazanacağı yeni bir dünyanın yolu açılacak. İlk kez erkekler ve kadınlar tam eşitlik temelinde gerçek büyüklüklerine ulaşabilecekler. Bu, insanlığın zorunluluklar aleminden özgürlükler alemine sıçraması olacak.
O zaman insanların artık cennete bakıp ölümün ardından daha iyi bir yaşamın geleceğini ummasına gerek kalmayacak. Yeni bir dünyada hayatları baskıdan, sömürüden, adaletsizlikten arınacak, yepyeni bir anlam kazanacak.
Muhteşem bir hedef için savaşıyoruz: Yeryüzünde bir cennet. Gerçek komünizmin anlamı budur.
Uğrunda savaşmaya değer tek şey budur. İşte bu yüzden komünistiz!
Her birimiz, bu çalışmanın derhal, gecikmeden ve başarılı olacağımıza dair mutlak inançla yürütülmesini sağlamak için çaba harcamalıyız.
Şiarlarımız şunlardır:
- Kahrolsun emperyalist soyguncular!
- Kahrolsun kapitalist kölelik!
- Bankerleri ve kapitalistleri mülksüzleştirin!
- Yaşasın komünizm!
- Tüm ülkelerin işçileri birleşin!
- Yeni bir Enternasyonal inşasına doğru ileri!