Feminist fikirler geleneksel olarak üniversitelerde destek bulmuştur ve bu fikirler şu anda öğrenciler arasında daha da popülerleşiyor. Marksist fikirlerin öğrenci hareketinde artan bir yankı bulduğu bir zamanda, Marksistler farklı feminist fikirlere karşı nasıl bir tavır alıyorlar? Bu düşünce okulları birbirleriyle ne kadar uyumlu? Aralarındaki ayrışma noktaları nelerdir? Peki kendinize “Marksist-Feminist” demek ne anlama geliyor?
[Source]
Marksistler, feministler gibi -her ne kadar bu mücadeleyi her türlü baskıya karşı verilen sınıf mücadelesinin bir parçası olarak görse de- kadınların ezilmesine son vermek için savaşırlar. Ütopik sosyalist Flora Tristan 19. yüzyılın ilk yarısında kadınların kurtuluşu mücadelesinin sınıf mücadelesine ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğuna işaret etti. Marx ve Engels, Tristan'ın bazı fikirlerini Komünist Manifesto'ya dahil ettiler ve Engels, kadınlara yönelik baskının kökenlerini ve bunun nasıl üstesinden gelinebileceğini açıklamak için antropolojik kanıtları kullanan Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökenleri’ni yazdı.
Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin kurucusu August Bebel, Sosyalizm Altında Kadınlar adlı kitabında kadınların ezilmesi sorununu daha derin inceledi ve Leon Trotsky, Kadınlar ve Aile adlı bir dizi makalesinde bunu daha da geliştirdi. Rosa Luxemburg, Clara Zetkin ve Alexandra Kollontai gibi sosyalist hareketin büyük isimleri, pratikte sosyalist mücadelenin cinsiyetçi önyargıyı yıkmadaki gücünü kanıtladı. Şubat 1917'de Petrograd'da kadın işçilerin rolü, 1888'de Doğu Londra çöpçatanları ve 1984-5'te madencilerin eşleri, emekçi kadınların sınıf mücadelesinde oynadıkları kilit rolün sayısız örneklerindendir. En önemlisi, 1917 devriminden sonraki ilk yıllarda Bolşeviklerin başarıları, sosyalizmin kadınlara yönelik baskıyı sona erdirmek için sunduğu olanakları gösteriyor.
Sınıf çatışması
Marksizmin kadınların ezilmesi sorunundaki bu ve diğer pratik başarıları, işçi hareketi ile sosyalizm mücadelesi arasındaki ayrılmaz bağa bağlanabilir. Marx ve Engels'in işaret ettiği gibi: "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir.”".
Sömürülen ve sömüren arasındaki savaş - her bireyin ekonomik süreçteki konumu ile tanımlanan bir ilişki - nihai olarak herhangi bir toplumun ideolojisini, kurumlarını ve önyargılarını yönetir. Bu nedenle, cinsiyetçiliğin kökenlerini, erkek ya da kadındaki varsayılan doğuştan gelen özelliklerden ziyade, sınıflı toplumun varlığında aramalıyız. Bu nedenle Marksistler bu sınıf savaşına sömürülenlerin yanında mücadele ederek sömürü koşullarına ve bunların yol açtığı cinsiyetçilik de dahil olmak üzere çeşitli baskı biçimlerine karşı çıkarlar.
Peki modern sınıflı toplum biçimi – kapitalizm – cinsiyetçi önyargıyı ve kadınların ezilmesini nasıl sürdürür? Kapitalizm, birincil ekonomik birim olarak aileye dayanır ve bu nedenle evde ücretsiz emek sağlamak için toplumda kadınların baskı altına alınmasına dayanır. Aynı zamanda, tüm işçi sınıfı için ücretleri ve çalışma koşullarını aşağı çekmek için düşük ücretli kadınları kullanır.
Bu nedenle Marksistler, 1917'den sonra Rusya'da kanıtlandığı gibi, ev içi emeğin toplumsallaştırılmasına izin verecek ve ücretli emek yoluyla sömürüye son verecek sosyalizmi savunuyorlar. Bu mücadele, üretimdeki konumları nedeniyle ancak bir bütün olarak işçi sınıfı tarafından yürütülebilir ve bu nedenle Marksistler kendilerini sınıf mücadelesine adayarak, işçilerin ve gençlerin hareketleriyle ve kitle örgütleri ile birlikte mücadele ederek, proletaryanın sömürüsüne ve kadınların ezilmesine son vermeye çalışırlar.
Pozitif ayrımcılık
Sendikalara, siyasi partilere, öğrenci sendikalarına ve diğer işçi sınıfı örgütlerine yönelik bu tutum bazı feministler tarafından kabul görmüyor. Örneğin, Anna Coote ve Beatrix Campbell, “Sweet Freedom: The Struggle for Women’s Liberation” adlı kitaplarında, sendikaları “ataerkil sistemin” bir parçası olarak tanımlıyor ve grevleri modası geçmiş bir “mücadele aracı” olarak nitelendiriyor. Coote ve Campbell, işçilerin bir bütün olarak toplumdaki zenginlikten daha büyük bir pay almasını talep etmek yerine, sadece kadın ve erkek arasındaki ücret eşitliğini savunuyor. İşçilerin daha yüksek ücretler kazanma girişimlerini engelleyen sendika bürokrasisine meydan okumak yerine, sadece daha fazla kadın bürokrat çağrısında bulunuyorlar.
Bu örgütlerin önde gelen organlarının çoğuna erkekler egemendir ve bu da bir bütün olarak toplumda kadınlara yönelik baskının bir yansımasıdır. Bu nedenle birçok feminist, İngiliz İşçi Partisi (Labour Party) Genel Başkan Yardımcısı Harriet Harman tarafından güçlü bir şekilde desteklenen bir politika olan cinsiyet eşitliğini teşvik etmenin bir yolu olarak bu kurumların başında eşit sayıda kadın ve erkek olmasını talep ediyor. Sonuç, kadınların seçilmiş pozisyonlarda belirli bir sayıya sahip olması ve toplantılarda kadın konuşmacılara ayrılan belirli bir konuşma süresi ile sendikalarda ve partilerde pozitif ayrımcılığın sağlanması fikridir.
Bu tür yöntemler sorunu tamamen yanlış bir yerden ele alır. Kadınların ezilmesini körükleyen şey öğrenci birliklerinin, sendikaların, siyasi partilerin veya diğer kitle örgütlerine de sirayet etmiş olan erkek egemenliği değil -sendikaları erkek egemenliğine terk eden sınıflı toplumun doğasında var olan cinsiyetçi önyargıdır. Sendikalar, işçi sınıfını birleştirerek, o sınıflı toplumu parçalamak için kullanılabilir ve dolayısıyla kadın üzerindeki baskıyı ortadan kaldırmanın bir aracıdır. “Saf” ve önyargılardan arınmış ideal bir model birliği yaratmak başlı başına bir amaç değildir – aslında böyle bir model, bir bütün olarak toplum temelden değiştirilmediği sürece asla var olamaz.
Gerçekte bu yöntemler ters etki yapabilir. Sendikalar ve siyasi partiler, ancak sadık işçi sınıfı aktivistleri tarafından yönetilirlerse ve cesur sosyalist politikalar izlerlerse, kadınların ezilmesine ve diğer önyargılara karşı etkili silahlar olabilir - bu nitelikler ise ne erkeklere ne de kadınlara özgü değildir.
Bunun için liderlerin cinsiyetlerine göre değil siyasetlerine göre seçilmesi, iç tartışmaların ise konuşanın cinsiyetine göre değil, konuşmaların siyasi içeriğine göre belirlenmesi gerekiyor. Margaret Thatcher'ın siyaseti cinsiyetine göre değil, sınıfına göre tanımlandı. Aynı şey Almanya Başbakanı Angela Merkel ve IMF başkanı Christine Lagarde için de geçerli. Bu insanların fikirleri tüm işçiler, özellikle kadınlar için sefaletten başka bir şey ifade etmiyor ve işçi sınıfının gözünde, bir erkek yerine bir kadın tarafından yönetilmeleri onlara daha fazla geçerlilik kazandırmıyor.
Herhangi bir aktivistin bileceği ve tarihin de kanıtladığı gibi, sendikalar veya partiler gibi işçi sınıfının kitle örgütleri içinde devrimci fikirler için siyasi mücadeleyi kazanmak kolay değildir. Siyasi fikirleri teorik bir temele oturtmak için insanları kazanmak tutarlı ve sabırlı bir çalışma gerektirir. İşçi sınıfı örgütlerinde devrimci sosyalist fikirlere doğru atılan her adım değerli bir kazanımdır.
Pozitif ayrımcılık politikalarını savunanlar, sosyalist amaçları ve bu amaçlara ulaşmak için gerekli yöntemleri, doğası gereği siyasi netlik ve teorik bir temelden yoksun olan yasal cinsiyet eşitliğinin yasalarla sınırlandırılmış yöntemleriyle değiştirerek bu çalışmayı baltalamaktadır. Bu, işçi sınıfını bir bütün olarak özgürleştirebilecek siyasi fikirler mücadelesi karşısında sendikalar ve siyasi partiler içindeki bürokrasinin yeniden örgütlenmesi için verilen mücadele arasındaki farktır. Oldukça açık bir şekilde bunlardan biri toplumu kökten değiştirecek devrimci potansiyele sahipken, diğeri dar bir potansiyel bürokrat katmanı için ileri kariyer beklentilerinden başka bir şey sunmuyor. Bu mücadeleler tamamen farklıdır ve birbirini tamamlamaz - ikincisi yalnızca birincisini saptırır ve zayıflatır.
Marksistler olarak dikkatimizi sendika bürokrasisinin örgütsel yapısına odaklamıyoruz. Biz sıradan öğrencileri ve işçileri sosyalizm fikirlerine kazandırmakla ilgileniyoruz. Bürokrasi, işçi sınıfı ile taban tabana zıttır. Hareket üzerinde bir fren görevi görür ve yetkilileri sıradan insanların yaşam koşullarından uzaklaştırarak işçi örgütlerini işçilerin değişen bilinç ve ihtiyaçlarına daha duyarsız hale getirir.
Bu sürecin gerçekleştiğini görmek için bugün sendikaların ve özellikle İngiliz İşçi Partisi'nin liderliğine bakmamız yeterli. Bürokrasinin bu rolü oynaması, çoğunluğunun erkekler tarafından oluşan yapısından kaynaklanmıyor ve sadece daha fazla kadın bürokrat görevlendirmek hareket üzerinde bir kazanım oluşturmayacaktır.. Enerjimizi “daha iyi bir bürokrasi” için mücadeleye harcamak sosyalizmin sunduğu devrimci fikirleri, kadınların ve tüm işçilerin kurtuluşu için verdiğimiz mücadeleyi aktif olarak baltalamaktadır.
Farkındalık yaratmak
Çok az bir sayıdaki feminist, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için gereken tek şeyin pozitif ayrımcılık olduğunu iddia ediyor. Aslında, köşe yazarı Laurie Penny gibi pek çok feminist, sorunu çözmek için toplum temelinde sınıfsal çizgide köklü bir değişimin gerekli olduğu konusunda hemfikirdir. Bununla birlikte, Penny ve diğerleri, sorunun temel nedenine saldırmadan semptomlarına saldırmanın, kadınların ezilmesine dair farkındalığı artırdığı için hala değerli olduğunu savunuyor. Everyday Sexism projesinin, son zamanlardaki 'Blurred Lines ve No More Page 3 kampanyasının arkasındaki argüman da budur – bunlar kadınların toplumdaki ezilmesi ve nesneleştirilmesi sorununu çözmek için değil, daha çok farkındalık yaratmak için tasarlanmıştır ve belirli mücadelelerde küçük bir zafer kazanmışlardır.
Bu tür mücadelelerin sorunu, aslında temelde yatan sorunlara hiçbir çözüm getirmeyen yöntemsel ve fikirlersel yanılsamalar eklemeleridir. İnsanlara sadece kadınların ezildiğini söylemek bu zulmün önüne geçmek için yeterli değildir. Farkındalığı artırmak, yalnızca sorunu çözmek için gerçekten bir şeyler yapmak istenen kitlesel bir mücadelenin parçası olduğunda etkilidir. Kadın sorunları hakkında farkındalık yaratan ve kadınlara yönelik baskının nasıl ortadan kaldırılacağına dair fikirler bulan feminist akademisyenler ve gazetecilerin sayısında hiçbir sıkıntı yokken, bu sorunların temel nedenini ortadan kaldırmak için çok az sayıda kitlesel mücadele örneği vardır. Var olan bu mücadeleler, bir bütün olarak baskıyla nasıl mücadele edileceğine dair hiçbir perspektifi olmayan, medyadaki veya müzik endüstrisindeki cinsiyetçiliğin birer örnekleriyle sınırlıdır.
Bu tür dar talepler, son derece gerici bakış açılarının da mücadelede yer almasına izin verebilir: tıpkı gazetesinin tüm sayfalarını ırkçı, homofobik, cinsiyetçi ve işçi sınıfı karşıtı söylemlerle doldurmasına rağmen üçüncü sayfa yazılarını kaldırmasıyla her şeyin güzelleşeceğini düşünen The Sun gazetesini favori gazetesi olarak gören No More Page 3 oluşumunun liderinin fikirleri gibi. Sorunları çözmek için bu kampanyaların gücüne dair yanılsamalara sahip olmak, iyi niyetli aktivistleri toplumun devrimci dönüşümü için mücadele etmek eğiliminden alıkoyabilir.
Devrimi mi beklemeliyiz?
Bu, Marksistlerin cinsiyetçiliğe karşı çıkılması için kadınların sadece sosyalist devrimi beklemeleri gerektiğini savundukları anlamına mı geliyor? Tabii ki değil. Önyargıların kırılması, işçi sınıfının cinsiyet, ırk veya cinsel tercih gözetmeksizin ortak bir sınıf konumu temelinde birliği ve ortak sosyalist amaçlar için mücadele etmesiyle olur. Sosyalizm mücadelesi işçilerin gücüne dayanır - erkek işçiler veya kadın işçiler değil, tüm işçiler. Böyle bir mücadele verilirse, her işçi hayati bir rol oynayacak ve kadın işçilerin eşit mücadelesi olmaksızın erkek işçilerin zaferi imkansız olacaktır. Sosyalist ekonomik sistem, kadınların ezilmesinin maddi temelini yıkacak, bu ekonomik sistemi kurma mücadelesi ise kadın erkek eşitliğini eylemde kanıtlayarak cinsiyetçi önyargıyı yıkacaktır.
Örneğin, Britanya'daki madencilerin grevi sırasında, madencilerin eşlerinin ateşli konuşmaları Thatcher'ın gaddarlığı karşısındaki cesaretleri ve bağış toplama yeteneklerini gördükten sonra erkek egemen madenci örgütleri tüzüklerindeki her türlü cinsiyetçi ifadeyi kaldırma kararı aldı. Kadınlar, işçiler tarafından saygı gören ve eşit muamele talep etme yetkisine sahip sadık proleter eylemciler olarak görülmeye başlandı. Bu tür bir kazanım, sadece bunun hakkında konuşarak değil, hakları için savaşan işçi sınıfının erkek ve kadın üyelerinin aktif olarak inşa ettikleri bir örgütlenme sonucu kazanıldı.
Marksistler, devrim geldiğinde hemen baskıdan arınmış bir ütopyada yaşayacağımıza dair bir yanılsama içinde değiller. Geçmiş çağların gelenekleri modern toplumda bir dağ gibi ağır basar. Sınıflı toplum ve kadınların ezilmesi 10.000 yıla yakın bir süredir var - bu tür gelenekler kısa bir sürede yıkılamaz. İhtiyaç duyulan şey, toplumun yapılanma biçiminde köklü bir değişiklik ile tüm sistemi alt üst etmektir - sınırlarda dolaşmak değil. Böyle bir çürümüş gelenek birikimini ancak toplumu köklerine kadar sarsarak yerinden oynatmakla değiştirebiliriz. Bu tam da sosyalist devrimin tanımıdır -eski önyargılardan arınmış bir dünya inşa etmemizi sağlayacak kalıcı bir sürecin inşasıdır.
Bu nedenle, işçi ve öğrenci hareketinde sosyalist politikalar ve kitlesel kampanyalar için mücadele etmek, kadınların ezilmesine karşı mücadele etmek isteyenlerin temel görevidir. Hem proletaryanın kurtuluşu hem de toplumsal cinsiyet eşitliği, işçi sınıfı birliği ve sosyalist devrim yolunda yer almak ile olur.
Kesişimsellik
Kesişimsellik, feminizmiçinden çıkış yapan ve tüm baskı biçimlerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve dolayısıyla her bireyin, o birey için nasıl bağlantılı olduğuna dayalı olarak farklı şekillerde farklı baskı biçimleri yaşayacağına işaret eden bir düşünce okuludur. Örneğin, siyahi işçi bir kadının yaşadığı baskı, eşcinsel beyaz bir erkeğin yaşadığından farklıdır, bu da heteroseksüel bir engellinin deneyiminden farklıdır, vb. Bu gözlem açıkça doğrudur.
Bu fikirler, 1990'ların başında Kimberle Crenshaw'ın çalışmasıyla önemli ölçüde geliştirilmiş ve sosyolog Patricia Hill Collins tarafından daha da ileri götürülmüştür. Bu insanlar ve bu görüşten yana olanlar, belirli grupların cinsiyet, ırk, cinsellik vb. bazında hareketten bir bütün olarak ayrılmasına karşıdırlar. Dolayısıyla genel olarak Marksizm fikirlerine birçok geleneksel feministten daha yakın görünüyorlar ve hatta Collins kendisini “Marksist-Feminist” geleneğin içinde yer alan biri olarak tanımlıyor.
Bununla birlikte,kesişimsellik baskıyı yalnızca ezilen kişi tarafından anlaşılabilecek bireysel bir deneyime indirger. Bunun nedeni, her insanın baskıyı benzersiz ve farklı bir şekilde deneyimlemesidir ve bu nedenle onunla en iyi nasıl savaşılacağını bilen yalnızca o bireydir. Bu bireycilik anlayışı, kitle hareketlerini, diğerlerinin pasif destekten belki biraz daha fazla katkıda bulunabilecekleri, hepsi kendi benzersiz savaşlarında savaşan atomize bireylere ayırmaya hizmet eder. Bu nedenledir ki kesişimsellik öğrenci hareketinde bir analiz yönteminden fazlası değildir. Bir düşünce okulu olarak, pratik değişim için bir kitle hareketi oluşturmaya yönelik çok az şey sunar.
Kesişimsellik, işçi sınıfının deneyimi (ki bu hem kadınları hem de erkekleri içerir) ile tüm kadınların deneyimi arasındaki niteliksel farkı görmek konsunda başarısız oluyor. İşçiler sadece ezilmiyorlar, bir sınıf olarak burjuvazinin ekonomik kazancı için sömürülüyorlar. Kadınlar bir yekpare sınıf olara kekonomik bazda sömürülmezler, çünkü tüm kadınlar aynı sınıfa ait değildir. Kadınlar, işçi sınıfının daha fazla sömürülmesini kolaylaştırmak için kapitalizm tarafından ezilmektedir.
Bu nedenle Marksistler, kesişimselliğin toplumun sorunlarını anlamada sınıf ve cinsiyeti karşılaştırılabilir faktörler olarak görmesinin yanlış olduğunu savunuyorlar. Kapitalizmin motivasyonu, işçilerin sömürülmesi yoluyla kâr arayışıdır - bu nedenle kapitalizm altında yaşayan toplum, sınıf mücadelesinin kanallarında hareket eder. Kadınların ezilmesi bu sömürünün bir sonucudur ve ancak işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin bir parçası olarak mücadele edilebilir. Kesişimsellik izole bireycilik sunarken, Marksizm işçi sınıfı birliğini savunur.
Feminizm ve demokratik talepler
Feminizmin ilk fikirleri, Mary Wollstonecraft gibi figürler ve demokratik hak talepleri etrafında ortaya çıktı: oy kullanma hakkı, kürtaj hakkı, çalışma hakkı ve eşit ücret hakkı. Pek çok ülkede bu haklar henüz kazanılmamış olmasına rağmen, Britanya'da kadınlara karşı aktif olarak ayrımcılık yapan neredeyse hiçbir yasa yok. Kanun önünde eşitlik büyük ölçüde sağlanmıştır.
Ancak bu demokratik haklar kazanılmış olmasına rağmen, kadınlar hala toplumda ayrımcılığa ve baskıya maruz kalmaktadır. Bu nedenle, Harriet Harman'dan Laurie Penny'ye kadar modern feministler, pozitif ayrımcılık gibi resmi yasal eşitliğin ötesine geçen veya yeni haklar getirmeyi amaçlamayan, daha ziyade zaten resmi olarak var olan haklar hakkında farkındalığı artıran önlemler talep ediyor.
Bu tür politikaların ciddi sınırlamaları zaten belirtilmiştir. Marksistlerin açıkladığı şey, bu tür feminizm kollarının taleplerinin demokratik talepler - ve bu anlamda burjuva demokratik talepler olduğudur. Tek başına ele alındığında, dünya vizyonları, erkeklerin ve kadınların kapitalizm altında eşit olarak ezildiği ve sömürüldüğü bir dünya vizyonudur.
Kaplitalizm altında toplumsal cinsiyet eşitliği yalnızca imkansız bir fikir olmakla kalmaz, aynı zamanda ütopik bir fikirdir. Liberal feministler yönetim kurulunda daha fazla kadın isterken, Marksistler yönetim kurulu makamından kurtulmak istiyor. Bazı feministler sadece kadın ve erkeklerin ev işini eşit olarak paylaşmalarını isterken, Marksistler ev işini toplumsallaştırmak ve onun ücretsiz özel emek statüsüne son vermek istiyor.
Tüm demokratik taleplerde olduğu gibi, Marksistler feminist talepleri destekler. Ancak, bunları sosyalist devrim sorunuyla ilişkilendirmeden, yalnızca demokratik talepler için savaşmanın sınırlamalarına da işaret etmeliyiz. Belirli konulardaki tartışmaların, toplumun sosyalist dönüşümüne ilişkin daha geniş sorudan sapmasına izin vermemeliyiz.
Örneğin, Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün kurucusu olan Alman komünist Clara Zetkin, anılarında 1920'de kadın sorununu uzun uzadıya tartıştıkları Lenin ile görüşmesini hatırlıyor. Lenin, kadınların kurtuluşu konusunda Alman komünistlerini eğittiği için Clara’yı kutladı. Bununla birlikte, Rusya'da, kadınların baskıdan arınmış bir toplumun temellerini pratikte inşa etme fırsatı sunan bir devrim olduğuna dikkat çekti. Bu koşullar göz önüne alındığında, Lenin, Freud ve cinsel sorun üzerine tartışmalara bu kadar çok zaman ve enerjinin ayrılmasının bir hata olduğunu açıkladı. Dünyanın ilk proleter devrimi hayatta kalmak için savaşırken neden cinselliğin ince noktalarını ve evliliğin tarihsel biçimlerini tartışmak için zaman harcıyorsunuz?
Bu, Marksist bir feminizm anlayışının ve taleplerinin bir örneğidir. İşçi sınıfı kadınlarının karşı karşıya olduğu sorunlar, kadınların kapitalizm altında ezilmesini ve bununla mücadele için sosyalizmin gerekliliğini göstererek, bir bütün olarak işçi sınıfının bilincini yükseltmek için kullanılabilir. Ancak kadın kurtuluş mücadelesinin işçi sınıfını bölen ve izole bir hareket olmasına izin veremeyiz. Marksistler, işçi sınıfının birliğini pusula ve sosyalizm mücadelesini ilerletme ihtiyacını kılavuz olarak kullanırlar.
İngiltere gibi ülkelerde, feminizmin burjuva demokratik talepleri sınırlarına ulaştı, öğrenci ve işçi hareketinde siyasi sorunlar üzerine bir tartışma ihtiyacından uzaklaştıran toplumsal cinsiyetle ile ilgili örgütsel sorunlar üzerine yoğunlaşan tartışmalara rastlamak artık oldukça yaygındır.
1860'lardan bu yana yaşam standartlarındaki en büyük düşüşle karşı karşıya kalan öğrenciler ve işçiler, yaşam standartlarını korumak için gösteriler, protestolar ve grevler düzenlemelidir. Yine de, öğrenci birliğine veya aktivist toplantılarına katılan birçok kişinin bileceği gibi, bu tür toplantılarda çok fazla zaman “güvenli alanlar”, zamirlerin uygun kullanımı (“he” veya “she” kullanmak) veya hangi şarkıların yasaklanacak derecede cinsiyetçi olduğu üzerine tartışmalara ayrılır.
Eğer bu örgütler ve hareketler bunun yerine insanları sosyalizm fikirlerine kazandırmak ve acımasız kemer sıkma saldırılarına karşı mücadele etmek için ciddi ve militan kampanyalar inşa etmeyi tartışıyor ve taahhüt ediyor olsaydı (ki bu arada, özellikle kadınları daha çok etkileyen sorunlardır), o zaman öğrencileri ve işçileri cinsiyet, ırk, cinsellik ya da başka bir şey gözetmeksizin aynı mücadelede birleştirmeyi başarabilirlerdi.. Bu tür bir mücadelede her insan hayati bir rol oynar ve sosyalizm mücadelesinde hiçbir belirli fiziksel özellik az ya da çok tercih edilir değildir. Önyargılar, sınıf mücadelesinin hararetiyle yıkılır.
“Marksist-feminist”
Birçok genç, bazı siyasi örgütlerin cinsiyetçiliğine doğru bir tepki olarak -soldakiler de dahil olmak üzere- kadınların kurtuluşuna olduğu kadar işçi sınıfının kurtuluşuna da bağlılıklarını vurgulamak için kendilerine Marksist-Feminist diyorlar. Bu, 1960'ların sonundan beri ABD'de özellikle yaygın olan ve Radikal Kadınlar (Radical Women) örgütünden Gloria Martin ve Susan Stern gibi isimlerin öncülük ettiği bir olgudur.
Bununla birlikte, herhangi bir içten Marksist için ideolojimize “feminist” kelimesinin eklenmesi fikirlerimize hiçbir şey katmaz. Yukarıda da açıklandığı gibi, çalışan kadınların ve toplumdaki tüm ezilen grupların kurtuluşu için mücadele etmeden Marksist olmak mümkün değildir. Irkçılığa karşı mücadele ve kadınların kurtuluşu mücadelesi de sosyalizm mücadelesinin ayrılmaz bir parçasını oluşturduğundan, kişi kendine "Marksist-feminist-ırkçılık karşıtı" da diyebilir. Marksist teorinin bu temel ilkesini unutmuş gibi görünmeleri soldaki bazılarının utancıdır.
Bu nedenle “feminist” kelimesinin eklenmesi gereksizdir. Aslında ters etki yapabilir, çünkü yukarıda gösterildiği gibi, belirli feministlerin bazı fikirleri – pozitif ayrımcılık gibi – aslında işçi sınıfı birliğini ve sosyalizm mücadelesini engellemede rol oynar. Bu çatışan fikirleri Marksist teoriye sokmak, yalnızca kafa karışıklığına ve mücadelenin yönünü değiştirmeye hizmet edebilir. Kadın sorunuyla özel olarak ilgilenen Marksistler olduğu gibi, çevre ya da ulusal sorunla özel olarak ilgilenen Marksistler de bu ilgiyi Marksist fikirlerin geri kalanına göre önemini abartarak büyütmek hata olur.
Dilde kesinlik önemlidir çünkü fikirlerimizi başkalarına bu şekilde iletiriz. Dilimizde net değilsek, fikirlerimiz de net bir şekilde aktarılamaz. Bununla birlikte, kelimelere ve etiketlere aşırı ağırlık vermemek de çok önemlidir. İnsanlar ideolojilerini istedikleri gibi tanımlayabilirler, ancak politik bakış açılarını gerçekten belirleyecek olan sözleri değil, eylemleridir. Bu, işçilerin dünyayı soyut teoriler açısından değil, somut eylem olarak gördüklerini anlayan Marksistlerin bakış açısıdır.
Bu, Judith Butler'ın fikirleriyle özetlenen ve “erkek egemen” dilin belirli bir düzeyde kadınların ezilmesinin bir nedeni olduğunu savunan feminizmin bu koluyla çelişiyor. Örneğin, İngilizce’de belirsiz bir kişiden bahsederken birçok yazar “he” (erkekler için 3. Tekil şahıs zamiri) zamirini kullanır. Bazı feministler, bunun kadınları ezdiğini ve yazarlar yalnızca bir kadın veya belgisiz zamiri daha sık kullanırlarsa, bunun kadınlara yönelik baskıyı sona erdirmenin bir yolunu bulacağını savunuyorlar.
Yine, bu, sorunu tersten ele alma hatasına neden olur. Sözde “eril” dilin kullanılması, sınıflı toplumda kadınlara uygulanan baskının bir yansımasıdır. Baskının kendisini ortadan kaldırmadan bu yansımayı ortadan kaldırmaya çalışmak boşunadır. Böyle bir arayışın sonucu, konuşma şeklimizi değiştirme ihtiyacı hakkında farkındalığı artırmaya çalışan, neredeyse her zaman sadece kendileri gibi düşünen akademisyenler tarafından okunan ve yaygın bilinçte hiçbir etkisi olmayan denemeler, kitaplar ve derslerdir. Marksistler, nasıl konuşulacağı üzerine konuşmalar yapmaktansa, toplumdaki baskıyı kökünden söküp atmak için pratik bir mücadele içindedirler. Akademik feminizm ile devrimci sosyalizm arasındaki fark budur.
Kadınların ezilmesine karşı savaş! Sosyalizm için savaş!
Gençler, özellikle üniversitede, hayatlarında ilk kez karşılaşabilecekleri fikir ve kavramları keşfetmekle sıklıkla ilgilenirler. Mevcut kriz, her zamankinden daha fazla gencin statükoya meydan okuyan fikirler aradığı anlamına geliyor. Marksizm fikirlerinin şu anda öğrenciler arasında giderek daha popüler hale gelmesinin nedeni budur. Ama bu aynı zamanda bazı genç insanlara feminizmin neden çekici geldiğinin de bir açıklamasıdır aynı zamanda.
Marksistler, daha iyi bir dünya için savaşmak isteyen herkesle, özellikle de siyasi fikir ve faaliyetlerde yeni olanlar ile birlikte mücadele edecekler. Ancak Marksistler, akademik feministlerin burjuva demokratik taleplerine karşı olan tavrımız konusunda da katı bir yaklaşım benimsiyorlar. Bizim duruşumuz, kapitalizm altında eşit sömürüden başka bir şey aramayan feministlerle hiçbir ortak yanı olmayan bir sınıf duruşudur. İşçi sınıfının tam birliğini ve sosyalizm mücadelesini savunuyoruz. Önyargıların yıkılmasının ve gerçekten sınıfsız ve eşit bir toplum için maddi temelin inşa edilmesinin tek yolu budur.