2008'de başlayan kriz kapitalizmi teşhir etti. Milyonlarca genç ve işçi sadece sözde "neoliberalizme" değil, kapitalizmin kendisine meydan okumaya başladığı bir süreç başlattı. Ancak kapitalizmin bu krizi, solu iktidara taşımaktan çok, solu krize itti. Üstünkörü bakıldığında bu bir çelişki, ancak yüzeyin ötesine baktığımızda, bunun, içinde bulunduğumuz gibi bir dönemde reformist siyasetin sınırlarından kaynaklandığını görüyoruz.
Reformizm nedir? Reformizm, her şeyden önce, kapitalizmden köklü bir kopuşa karşı çıkmasıyla tanımlanır. Bunun yerine, işçi sınıfının sorunlarının şu ya da bu şekilde sisteme bir dizi reform getirilerek çözülebileceğini öne sürer. Devrimi gereksiz göstermeye çalışır.
Marksistler olarak reformlara karşı değiliz, ancak bunlar kendiliğinden kapitalist sınıftan işçi sınıfına gerekli iktidar dönüşümünü sağlayamazlar.Ekonomi kapitalistlerin elinde kalmaya devam edecek ve özellikle şimdiki gibi bir zamanda kâr marjlarında herhangi bir kesintiyi göze alamayacakları için bu tür reformları sabote etmeye çalışacaklar.
Dünya pazarı ve kapitalist ekonomi, yasa ve yönetmeliklerin boyunduruğuna girmez. Dolayısıyla reformistlerin pek çok güzel şey vaat eden programları kapitalizm sınırları içinde yürütülemez. Bu, Marksizm ile reformizmin çeşitli tonlarını birbirinden ayıran temel çizgidir. .
Teoriyi küçümsemek
Rosa Luxemburg, 120 yıl önce, revizyonist Eduard Bernstein ile yaptığı tartışmalarda, Alman Sosyal Demokrasisi içindeki reformizmde ortaklaşan düşünürler ve Bernstein arasındaki ortak noktanın teoriyi küçümsemeleri olduğunu belirtmişti:
“Her şeyden önce bu uygulamayı karakterize eden nedir? ‘Teori’ye karşı olan belirgin bir düşmanlık. Bu oldukça doğaldır, çünkü ‘teori’miz, yani bilimsel sosyalizmin ilkeleri, pratik faaliyete açıkça belirgin sınırlamalar getirmektedir... Hemen ’pratik’ sonuçların peşinden koşan insanların kendilerini bu tür sınırlamalardan kurtarmak ve uygulamalarını bizim ‘teori’mizden bağımsız kılmak istemeleri çok doğaldır.” (Reform ya da Devrim)
Mesela Almanya’da, o zamanlar ‘pratik’ sosyal demokrat milletvekilleri liberal bütçelere oy vermek istiyorlardı. Ancak, Marksist teori bu tür hareketlerin önünde bir engel oluşturdu. Bu teori, hiç yoktan ortaya atılmış bir şey olmaktan çok, işçi sınıfı hareketinin tarihini incelemekten elde edilmiştir. Marksistler, işçi sınıfının mücadele deneyimlerine dayanarak belirli sonuçlar çıkarmışlardır.
1871 Paris Komünü'nden hareketle Marx ve Engels, işçi sınıfının halihazırda bekleyen devlet mekanizmasını devralıp kendi amaçları için kullanamayacağı sonucunu çıkardı. İşçiler burjuva devletini devralmak ve onu sosyalizmi yaratmak için kullanamazlar. Marx ve Engels, Paris işçilerinin iktidarı ele geçirdiklerinde mecburiyetten kendi devletlerini kurduklarını belirtmişlerdir. Bu ders o zamandan beri pek çok kez teyit edildi, ancak bu reformistleri kapitalist devleti olduğu gibi bırakmaya çalışmaktan alıkoymadı, çoğu zaman da feci sonuçlar doğurdu.
"İktidarın ele geçirilmesinden önce ve sonra devletin doğası sorunu, Marksizmi işçi hareketindeki diğer tüm eğilimlerden ayıran belirleyici kriterlerden biridir.” (Troçki)
Teorinin avantajı (ve reformistler için bir engel haline geldiği yer), aynı hatayı tekrar tekrar yapmamıza karşı bize rehberlik etmesidir. Ancak reformistler, geçmiş yıllardaki mücadelelerin dersleri hakkında hiçbir şey duymak istemiyorlar çünkü bu onların siyasi faaliyetlerine net sınırlar getiriyor.
Genel olarak, reformizmin tüm bakış açısı, kestirme yollar aramaya dayanır. Reformistler kendilerine sadece hızlı bir şekilde ve kapitalizmin içinde başarılabilecek vaatler vermek isterler. Bu nedenle sosyalizm geleceğe bırakılmıştır. Kapitalistlerin şu ya da bu şekilde kabul edebileceği çeşitli reform türleri bulmaya çalışırlar. Bu, sınıf mücadelesini, kapitalizmin altinda kabul edilebilir hale getirmeye zorlamaktır. Ancak asıl mesele şu ki, kapitalizm, özellikle bu dönemde, işçilere insanca bir yaşam standardı sağlayamıyor. Ancak bütün mesele şu ki, kapitalizm, özellikle de bu dönemde, işçilere makul bir yaşam standardı sağlamayı göze alamaz.
Reformist çözüm, kolay bir çıkış yolu gibi görünebilir. Pratik insanlar olarak çoğu işçi, zor olandan önce kolay yolu deneyecektir. Reformistlerin dayandıkları temel şudur: işçi sınıfının toplumu değiştirme ihtiyacını henüz kavramamış katmanları olduğu gerçeği. Sınıfın bilinç düzeyini yükseltmeye çalışmak yerine, kolay çözümler satmaya çalışırlar. Neticede bedelini ödeyen işçilerdir.
Marksistlerin farklı bir yaklaşımı vardır. Biz olanı söyleriz. Kapitalizmde bir şey başarılamayacaksa, bunu söyleriz. Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'da açıkladığı gibi:
"Komünistler görüşlerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzül etmezler. Amaçlarına ancak mevcut tüm toplumsal koşulların zorla alaşağı edilmesiyle ulaşılabileceğini açıkça beyan ederler.”
Reformistlerin kabul etmek istemedikleri şey tam da bu son noktadır. Tam da bu nokta, reformistlerin kabul etmek istemedikleri şeydir. Ilk sosyalist devrimin imkansız veya gereksiz olduğunu söylerler ondan sonra da, onlar için mantıklı adım, sosyalist devrimin istenmediğini söylemektir. Cahil reformistlerin gözünde devrim şiddet, kargaşa ve yıkımla eş tutulmuştur. Bizi krizin çalkantılı sularında güvenli bir şekilde yönlendirecek olan liderliğe işi bırakmak çok daha iyi. Devrimin nedenlerini anlamada başarısız olan reformistler, devrimler gerçekleştiğinde tamamen devrime karşı safada bulurlar. Bu tür devrimler sayesinde iktidara geldiklerinde de durum böyledir.
Bu sözde liderler, fırsattan faydalanmaya çalışırken, hareketi ellerinden geldiğince geride tutarak, siyasetin yalnızca profesyonel siyasetçilerin ve yorumcuların özel mülkiyeti olduğu daha sakin, 'normal' zamanları bekliyorlar.
Kapitalizmi kendisinden kurtarmak
Reformistler arasında, devletin kapitalist sistemin sorunlarını çözebileceğini hayal etme eğilimi var. Bu yüzden Keynesçiliğin onların tercih ettikleri ekonomik doktrin olması şaşırtıcı değil. Ancak Keynesçiliğin tüm amacı tam olarak sosyalizmi önlemekle ilgili olmasıydı. Keynes'in yazılarını okursanız, bunu açıkça görebilirsiniz (örneğin, Keynes’in Barışın Ekonomik Sonuçları kitabına bakabilirsiniz).
Bu, reformistlerin çabalarının nihai sonucudur. Yunanistan'daki Syriza hükümetinin eski maliye bakanı Yanis Varoufakis'in sözleriyle:
"[Bu] noktada kapitalizmi istikrara kavuşturmak, Avrupa kapitalizmini kendisinden ve Avro Bölgesi'nin kaçınılmaz krizinin anlamsız idarecilerinden kurtarmak Sol'un tarihsel görevidir." (Confessions of an erratic Marxist)
Argüman, esas olarak, burjuva politikacıların kapitalizmin kötü yöneticileri olduğu, ancak reformistlerin iyi ve hatta sol reformistlerin kapitalizmin daha iyi yöneticileri olduğudur. Bu reformistler, işçilerin talepleri ile kapitalistlerin talepleri arasında nasıl denge kurulacağını ve böylece hem kapitalistler için hem de işçiler için toplumun nasıl iyileştirileceğini anladıklarını iddia ediyorlar.
Varoufakis, Yunanistan'da bir devrimin imkansızlığından, kapitalizmi kurtarmanın kendi rolü olması gerektiği sonucunu çıkarıyor. Varoufakis’ın argümanları, 19. yüzyılın sonundaki Bernstein'ın argümanlarına çok benziyor.
Corbynizmin aşil topuğu
Corbyn, çok solcu bir İngiliz İşçi Partili politikacı olarak, yıllarca süren kemer sıkma politikalarının ardından işçi sınıfının kitlesel radikalleşme süreci sayesinde parti yönetimine geldi. Yine de Corbyn, ne Marksistti ne de devrimci. Yönetime geldiğinde, medyanın tasvirinin tersine, çok iyi ve dost canlısı bir kişi olarak, sürekli olarak partinin sağ kanadını yatıştırmaya çalıştı. Bu ölümcül bir hataydı.
Aslında, defalarca sol reformistlerin sağ reformistlerin peşinden sürüklendiğini ve onların da liberallerin ve muhafazakarların, yani patron partilerinin peşinden koştuğunu gördük. Dolayısıyla, şu anda çeşitli ülkelerde teyit edildiğini gördüğümüz gibi, sürekli sağa doğru bir siyaset akışı var.
Sol liderliğin başarısızlığı, sağın temelde İşçi Partisi içindeki egemen sınıfın çıkarlarını temsil ettiğini ve egemen sınıfın Corbyn'in Başbakan olmasına izin vermekte hiçbir çıkarı olmadığını anlamamasıydı. Bu nedenle partinin sağ kanadı, Corbyn'in Başbakan olmasına inatla karşı çıktı.
Corbyn bu durumla başa çıkmakta yetersiz kaldı. O ve müttefikleri, partinin sağ kanadına karşı sonuna kadar savaşmaya hazır değildi. Büyük bir baskı altına girdi ve bu baskıya diğer birçok liderden çok daha iyi dayandığını söylemeliyiz. Ama sonunda, parti lideri olarak dört yıl geçirdikten sonra, üyelerin ve sendika tabanının ezici desteğini almasına rağmen sağ kanada kesin bir darbe indirmedi.
Bu durum, İşçi Partisi'nin bugünkü davranışından çok farklı. Kendilerine çok güveniyorlar çünkü tüm egemen sınıf arkalarında ve bunu biliyorlar. Saldırının şiddetine rağmen İşçi Partisi'nin sol kanadından bazıları Keir Starmer ile bir anlaşma zemini bulmaya çalışmakta ısrar ediyor ve Starmer'a "birlik" çağrısı yapiyorlar.
Corbyn hareketinin karşısına, kapitalist sınıf ve kapitalist ekonomiyle başa çıkma konusunda da benzer siyasi sorunlar çıktı. 2017 İşçi Partisi manifestosu birçok yönden çok iyiydi. Pek çok reform talebini gündeme getirdi ve hatta kamulaştırma ve işçi denetimi konusu oldukça sınırlı da olsa gündeme getirildi.
Ancak, o zamanlar Gölge Şansölye (Shadow Chancellor) olan John McDonnell, televizyona çıktı ve kapitalist sınıftan “servet yaratıcıları” olarak söz etti! Özellikle Britanya’da kapitalistler dünyanın en asalakları arasındadır. McDonnell kendisine 'Marksist' demesine rağmen bu açıklamaları yaptı. Marx'ın en temel okuması bile, serveti yaratanların işçiler olduğunu anlamanızı sağlar.
Yani bir anda serveti yaratan kapitalistler olurken, bir sonraki anda ise işçiler oluyor. John McDonnell söz konusu olduğunda, bu bariz kafa karışıklığı, herkesi yatıştırmaya çalışmak için kasıtlı bir taktiktir. Ancak sağ kanadı etkisizleştirmekten çok uzak olan böyle bir taktik, Corbyn hareketinin kendisini yalnızca politik olarak etkisizleştirir ve kafasını karıştırır.
Sonunda, hareketi çözülüşe götüren, Avrupa Birliği sorunu üzerinde sağ kanatla siyasi olarak uzlaşma girişimiydi. Corbyn, doğru olarak, Avrupa Birliği'ne yıllarca bir patronlar kulübü olduğunu söyleyerek karşı çıktı. Ancak liderliğinin ilk aylarında, sanki küçük bir ödün veriyormuş gibi, İşçi Partisi'nin Avrupa Birliği'nde kalma isteğine karşı çıkmadı. Ancak liderliğinin ilk ayında bu konuda bir çatışmadan kaçınmak için yaptığı bu küçük görünen hata, feci sonuçlar doğurdu.
Seçmen, İşçi Partisi liderliğinin ve kurulu düzenin hayal ettiği gibi oy vermedi. Sonunda Brexit, Corbyn hareketinin tümünün Aşil topuğu haline geldi ve İşçi Partisi'nin solunun bir bölümünün kısmen ya da büyük ölçüde Corbyn'in aldığı pozisyon nedeniyle AB yanlısı bir pozisyon almasıyla sonuçlandı. Bu durum, sağın referandum sonucundan yararlanarak Corbyn'e AB yanlısı duruşu temelinde çok sayıda saldırı düzenlemesine olanak sağladı. Hatta bu durum, partinin solunda yer alan ve farkında olmadan Corbyn'in liderliğine büyük zarar verenler tarafından ikinci bir referandumun başlatıldığı noktaya kadar vardı.
İki yıl önce İngiltere'de ikinci bir referandum için ana kampanya doğrudan kapitalistler tarafından finanse edildi, ancak bu kampanya kendi çıkarı için Corbyn taraftarlarını kullanıyordu! Bu, Tony Blair ve Alastair Campbell gibi sağcı figürlerin ön planda olduğu, Corbyn hareketini bölmek için kasıtlı olarak kurgulanmış bir engeldi.
Syriza'dan Sanders'a
Solda gördüğümüz diğer oluşumlar de benzer engellerle karşılaştı. Örneğin, Demokrat Parti liderliğini kazanmaya çalışan Bernie Sanders'ı ele alabiliriz. Geçmişten gelen deneyimler, bunun neden asla işe yaramayacağının kanıtıydı.
Sanders, kampanyasında sürekli olarak Demokrat Parti kurulu düzeni tekliflerde bulundu. Tamamen kendisinin aleyhine olan hileli kurallara göre oynadı.
Bu kurallar onu durdurmak için yetersiz kaldığında, Demokrat Parti kurulu düzeni yeni kurallar oluşturdu. Bu muhalefet karşısında Bernie Sanders, 'ehven-i şer' bahanesiyle teslim oldu ve önce Hillary Clinton'ı, şimdi de Joe Biden'ı destekledi. Bu, Clinton ve Biden'ın işçi sınıfını herhangi bir şekilde temsil etmemesine rağmen oldu: onlar kapitalist sınıfın bilinçli temsilcileridir.
Bu durum, Amerika’da gitgide büyüyen halk tabakası için de açıktır. Bu nedenle, Sanders'ın çabaları geri tepti ve hareketin yarattığı tüm coşku çöktü. Açıkçası Demokrat Parti bataklığından çıkış yok.
Varoufakis'in fikirlerinden daha önce bahsetmiştik. Syriza iktidara ilk geldiğinde o hükümetin sol kanadında görülüyordu. Avrupa Komisyonu, ECB (Avrupa Merkez Bankası) ve IMF’nin oluşturduğu troyka Yunanistan'dan kemer sıkma politikalarını uygulamasını talep ettiğinde Varoufakis bu uygulamaları kabul etmektense istifa etmeyi tercih etti. Ancak tüm bakış açısı, muhtırayı destekleyen diğer liderlerinkinden çok da farklı değildi.
Tsipras gibi o da müzakerelere girebileceklerine ve halihazırda sahip olduklarından daha iyi bir anlaşma yapabileceklerine inanıyordu. Önceki hükümetin kötü müzakereciler olduğuna ve bu nedenle Alman kapitalizminin Yunanistan'a bu kadar cezalandırıcı kemer sıkma politikaları uyguladığına inanıyorlardı. Müzakerelerde biraz daha güçlü davranarak, Yunan halkı için daha iyi bir anlaşma sağlayabileceklerini hayal ettiler. Bunun tamamen yanlış olduğu kanıtlandı.
Syriza liderliği, kapitalist sınıfın uzlaşmazlığını ve düşmanlığını tamamen hafife aldı. Kapitalistlere bir sürü teklifte bulundular, herkesin parasını geri alacağından ve tüm borçların geri ödeneceğinden emin olabileceklerine dair söz verdiler. Ama sorun burada yatıyor. Süper zenginler vergilerden tamamen kaçınabiliyorlar; bu yüzden ya Yunanistan'ın işçileri ve yoksulları kemer sıkma yoluyla borçları ödemek zorunda kalacaklardı, ya da kapitalistler ve alacaklılar kaybedecekti. Dolayısıyla, hükümetin kapitalist mülkiyete saygı duyacağına dair söz vermesi, zımnen, işçilerin sonunda krizin bedelini ödeyeceğini kabul etmek anlamına geliyordu.
Ne tekliflerinin ne de müzakere stratejilerinin herhangi bir etkisi olmadı. Referandum düzenleyerek AB üzerinde baskı kurmaya çalıştılar. Yunan kitleleri büyük bir “Hayır” oyu yönünde kararını verdi, ancak Avrupa Birliği geri adım atmadı. Aksine, Tsipras müzakere masasına geri döndüğünde kendisine daha da kötü bir anlaşma teklif edildi.
Neden? Kapitalistler, kitleleri Avrupa Birliği'ne karşı seferber etmeye kalkıştığı için Tsipras'ı cezalandırmaları gerektiğini hissettiler. İşçi sınıfına muhtıra üzerinde herhangi bir söz hakkı verilmiş olsaydı, bu kapitalistler için çok kötü bir emsal teşkil ederdi. Avrupa Birliği, Yunan, İspanyol veya İtalyan işçi sınıflarının müzakere masasında yer almasına izin vermeyecektir.
Böylece Syriza teslim oldu. Böyle bir pozisyon doğal olarak kapitalizmin alternatifi olmadığı yönündeki reformist perspektiften kaynaklanıyordu. Kapitalist sistemi kabul ederseniz, borçların ödenmesi gerektiğini de kabul etmiş olursunuz. Bu nedenle, kapitalist kesintileri, kapitalist kemer sıkmayı ve bu olgudan kaynaklanan diğer her şeyi kabul etmek zorundasınız. Syriza hükümetinin bu gerçeği anlaması yalnızca birkaç aylarını aldı.
Podemos ve ulusal sorun
İspanya'da Podemos veya birleşmesinden sonra bilindiği şekliyle Unidas Podemos örneğine sahibiz. Başladıklarında çok radikal sesler çıkardılar ve zaman zaman oldukça sola kaydılar. Ancak hükümette yer alma olasılığı ortaya çıktığında, liderler çok hızlı bir şekilde sağa kaydılar ve çeşitli konularda kendilerini 'saygın' bir imajla sunmaya çalıştılar.
Oldukça hayati bir öneme sahip olan sorun, Katalanların kendi kaderini tayin hakkıydı. Podemos liderleri, ulusların kendi kaderini tayin hakkını açıkça savunduktan ve sonuç olarak Katalonya ve Bask ülkesinde kitlesel destek kazandıktan sonra, 2017'deki Katalan bağımsızlık referandumu sırasında fiili olarak bunu terk etti. Böylece daha önce sövüp saydıkları İspanyol 1978 rejimi ile yan yana geldiler. Sosyalist Parti ise, gerici İspanyol egemen sınıfıyla bir kısmı İspanya'nın koşulsuz birliğini kabul etmeyi içeren kendi 'uzlaşmasına' 1970lerde varmıştı.
Genel olarak, ulusal sorun reformistlerin büyük bir zayıflığıdır. Sınamaya tabi tutulduklarında, İskoçya ya da Katalonya halklarının ulusal özlemleri ile İngiliz ya da İspanyol kapitalizminin gerici milliyetçiliği arasındaki farkı anlamaktan tamamen aciz olduklarını kanıtladılar. Aslında, İskoç İşçi Partisi'nin sol tarafindaki liderleri bunun aynı şey olduğunda ısrar ediyorlar. İskoçya ve İngiltere'de yükselen milliyetçiliği görüyorlar ve ikisini eşit sanıyorlar. İskoç halkının kendi kaderini tayin hakkı, Boris Johnson ve Brexit destekçilerinin gerici programıyla aynı kefeye konuluyor.
Reformizmin krizi
Sol partileri kapitalizmin kriziyle yüzleşemeyecek hale getiren şey, sol liderlerin siyasi ve teorik zayıflıklarıdır. Reformizm, sistemin kitlesel olarak sorgulanmasıyla gelişmek yerine, sudan çıkmış balık gibidir. Bu iki fenomen yakından bağlantılıdır. Troçki bunu uzun zaman önce şöyle açıklamıştı:
“Tarihsel olarak bakıldığında reformizm toplumsal ilericiliğini tamamen kaybetmiştir. Reformlar olmadan reformizm olmaz, müreffeh kapitalizm olmadan da reform olmaz.”
Yunanistan'da PASOK (Panhelenik Sosyalist Hareket) muhtıraya verdiği destekle tamamen yıkıma uğradı. Parti şimdi neredeyse yok. Syriza o kadar acımasızca cezalandırılmadı ama halk nezdindeki desteği büyük ölçüde azaldı. Kapitalist sınıfın kirli işlerini yapması sonucunda benzer bir kaderle karşı karşıya kalan Fransız Sosyalist Partisi'nde aynı sürecin gerçekleştiğini görebiliriz.
Sol reformistlerin de aslında temelde farklı sunabilecekleri bir şeyleri yok. Esasen sağ reformistlerle aynı programın biraz daha solcu bir versiyonunu sunuyorlar, genellikle birkaç solcu ve hatta kulağa Marksist gibi gelen ifadelerle süslüyorlar. Bununla birlikte, herhangi bir reform gerçekleştiremedikleri ölçüde reformizmin çeşitleri hiçbir anlam ifade etmez. Yine de işçiler bu partileri tekrar tekrar deneyecek ve yetersiz bulacaklardır.
Marksistler işçi hareketinde her zaman devrimci bir sınıf görüşünü savundular ve savunmaya da devam edecekler. Onlarca yıldır İngiliz İşçi Partisi içinde Marksist fikirler doğrultusunda savaştık. Bu yolda dost edinmek her ne kadar kolay olmasa da hareketin attığı her somut adımı savunurken, reformizm yolunda yalnızca yenilgi ve yıkım olduğunu açıkça anlatmak bizim görevimiz olmaya devam ediyor. Pratik deneyim yoluyla, işçiler ve gençler de aynı çıkarımlara varıyor. İnsanlığın kat etmesi gereken yol budur: toplumun sosyalist dönüşümüne giden yol.