Bolşevizmin tarihi, kadın sorununa nihai çözümü sağlayacak olanın sınıf mücadelesi olduğuna dair zengin derslerle doludur. Marie Frederiksen bu makalede , Bolşevik Parti’nin onun ilk günleri, devrim süreci ve iktidarı ele alışı sonrasındaki süreç boyunca kadın sorununa yaklaşımını inceliyor.
İlk olarak 8 Mart 2017’de yayınlandi.
Partinin kadınları dahil etmek için aldığı önlemleri, Bolşeviklerin iktidara geldikten sonra uygulamaya koyduğu ilerici önlemleri ve ayrıca daha sonraki Stalinist yozlaşmanın kadınlar üzerindeki olumsuz sonuçlarını irdeliyor.
Kadınların Devrim Öncesi Durumu
1917 devriminden önce, çarlık Rusya’sında, nüfusun çoğunluğu, yüzyıllardır olduğu gibi, kırsal geri kalmışlık içinde yaşayan köylülerden oluşuyordu. Bu koşullarda kadınlar erkeklerin malı gibi muamele görüyorlardı. Rusya hâlâ aşırı ataerkildi. Çarlık yasasına göre, kadınlar erkeklerin kölelerinden daha fazlası değildi ve yasalara göre, erkeklerin karılarını dövme hakkı vardı. Kilise ve geleneğin hâkim olduğu, kültürel açıdan geri kalmış kırsalda kadınlara yönelik baskı yaygındı. 1897 tarihli bir rapora göre, Rus kadınların yalnızca %13,1’i okur-yazardı.
Lenin 1896 ile 1899 arasında yazdığı Rusya’da kapitalizmin gelişmesi üzerine analizinde, Rus işçi sınıfının durumunu ve kadınların çifte yükünü ayrıntılı olarak inceledi. Çocukların ve özellikle kızların asıl olarak evde, tarlada veya fabrikada ailelerine yardım etmeleri bekleniyordu. Pek çok kız, bir yıllık eğitimden sonra, yani okula bir süre gitmiş olsalar bile, okullarından alınırdı. Kadın işçiler, çoğu daha erken olmak üzere ortalama 12-14 yaşlarında fabrikada çalışmaya başlardılar. Yetersiz ücretlerle 18 saatlik çalışma yaygındı.
Ancak Lenin, endüstriyel gelişmelerin kadınları ev içinden ve ataerkil ilişkilerden çekip koparıp onları toplumun bağımsız birer parçası haline getirdiği için nasıl ilerici olduğunu da anlattı:
“Genellikle ülkenin çeşitli yerlerinden gelen işçi kitlelerini yoğunlaştıran büyük ölçekli makine endüstrisi, ataerkillikten ve kişisel bağımlılıktan kaynaklanan kalıntılara kesinlikle tahammül etmeyi reddediyor ve “geçmişe karşı gerçekten aşağılayıcı bir tutum” damgasını yiyor.”
“Üretimi düzenleme ve onun üzerindeki kamusal denetim imkânını yaratan ve uyandıran önemli koşullardan biri, eskimiş gelenekten bu kopuştur. Özellikle nüfusun yaşam koşullarında fabrikanın getirdiği dönüşümden bahsederken, kadınların ve gençlerin üretime çekilmesinin en temelde ilerici olduğu belirtilmelidir. Kapitalist fabrikanın, çalışan nüfusun bu kategorilerini özellikle zor koşullara yerleştirdiği ve onlar için, hijyenik çalışma koşullarını garanti altına almak için çalışma gününü düzenlemenin ve kısaltmanın özellikle gerekli olduğu tartışılmazdır; sanayide kadın ve gençlerin çalışmalarını tamamen yasaklamaya veya bu tür işleri dışlayan ataerkil yaşam tarzını sürdürmeye çabalamak gerici ve ütopik olacaktır.”
“Büyük ölçekli makine endüstrisi, daha önce ev içinde olan, aile ilişkilerinden önce hiç ortaya çıkmamış olan bu kategorilerin ataerkil izolasyonunu, onları doğrudan toplumsal üretime katılmaya çekerek yok ediyor, onların gelişimini teşvik ediyor ve bağımsızlıklarını artırıyor. Başka bir deyişle, kapitalizm öncesi ilişkilerin ataerkil hareketsizliğinden kıyaslanamayacak kadar üstün yaşam koşulları yaratıyor. “(Rusya’da Kapitalizmin Gelişimi – V.I. Lenin)
1914’te dünya savaşının patlak vermesi, kadınların işgücüne entegrasyon sürecini hızlandırdı. Tekstil endüstrisinde kadınlar birçok fabrikada işçilerin çoğunluğu haline geldi. Ayrıca metal endüstrisinde de kadın işçilerin varlığı önemli ölçüde arttı. Bunun, devrimin nasıl gelişeceği üzerinde büyük bir etkisi olacaktı.
Kadın İşçilerin İlk Örgütü
Kadınlar devrimci çalışmaya katılmışlardı ve Şubat ve Ekim arasındaki dokuz ay boyunca devrimci olaylarda önemli bir rol oynadılar. Bununla birlikte, kadınları sadece Şubat 1917’de sahneye çıkmış olarak görmek yanlış olur. Devrimden önce kadınların pasif durumda tutulduğu doğrudur. Yine de Bolşevik parti yıllarca bilinçli olarak en ileri kadınları kazanmak ve onları parti saflarında örgütlemek için çalıştı. Bolşeviklerin Ekim 1917’de iktidarı ele geçirebilmeleri, bu nedenle, bir tesadüf değil, sınıf bilincini yükseltmek ve işçi sınıfını sadece ulusal bölünmelerin değil, aynı zamanda cinsiyet ayrımının da karşısında bir bütün olarak örgütlemek ve birleştirmek için bilinçli bir çabanın sonucuydu.
Bolşeviklerin kadın sorununa bu yaklaşımı, burjuva liberallerin soruna küçümseyici ve ahlaki bir bakış açısına sahip tutumuyla keskin bir tezat oluşturuyordu. Liberaller, sözleriyle eşitliği vaaz ederken, uygulamada çalışan kadınların çoğunu yoksulluk içinde ve dolayısıyla ekonomik olarak bağımlı tutan politikaları desteklediler.
Rusya işçi sınıfı hareketinin ilk günlerine geri dönersek, esas olarak işçilerin eğitimine ve Marksizm fikirlerinin incelenmesine odaklanan izole çalışma çevreleri görürüz. Başlangıçta Marksist fikirlere dayanan ve sosyalist bir devrim amacına sahip olan sosyal demokrat hareket, 1889’da Mihail İvanoviç Brusnyev’in hem St. Petersburg’da hem de Moskova’da ilk çalışma çevrelerini kurmasıyla ortaya çıktı. Başlangıçta çevreler çoğunlukla yetenekli erkek işçilerden oluşuyordu, ancak kademeli olarak kadınlar da katılmaya başladı.
1890-91 civarında kadınlar Brusnyev’in organizasyonuna katılmaya başladı. Oluşturulan kadın çevreleri, özellikle tekstil endüstrisindeki kadın sanayi işçilerine yönelikti, ancak aynı zamanda terzi ve hizmetçi gibi fabrika dışı işçilere de ulaştı. 1890’ın sonunda, bu tür en az 20 çevre vardı. (Rusya’daki Devrimci Kadınlar 1870-1917- Anna Hillyar ve Jane McDermid, s.64)
En aktif kadınlardan biri olan Sofia Pomeranets-Perazich, 1890’ların ortalarında Kiev’deki sefil koşulları hatırlıyor:
“Podol’da bir çevreyi hatırlıyorum. Biri beni bir terzi atölyesinden bir kadın işçi ile tanıştırdı. Onun aracılığıyla sekiz kişiden oluşan bir çevre oluşturabildim. Bunlar, korkunç koşullar altında çalışmaya zorlanan genç Yahudi kadın terzilerdi. Yerde uyuyorlardı ve çalışmak zorunda oldukları odada yemek yiyorlardı; çalışmalarımız için geçirdiğimiz tek zaman, çocuksuz bir çift olan atölye sahiplerinin arkadaşlarını görmeye gittikleri zamandı. ” (Rusya’daki Devrimci Kadınlar 1870-1917, Anna Hillyar ve Jane McDermid, s.77).
İşçi sınıfı mahallelerindeki Pazar Okulları, işçiler arasında sosyalist propagandanın yayılması için önemli bir kanal oluşturdu. Şehirlerde büyüyen işçi sınıfına okumayı ve yazmayı öğretmek için hükümet tarafından kurulmaya başlanmıştı. Liberal ve Marksist aydınlar, bu okulları öğretici faaliyetler ve yeraltı çevrelerine yeni üyeler çekmek için kullandılar. Okullar ayrıca yasadışı yayın dağıtmak için kullanıldı. Pazar okulu öğretmenlerinin artan sayıdaki üyeleri, kadın kolejlerinden kız öğrencilerdi.
1895’te farklı sosyal demokrat çevrelerin birçoğu birleşti ve Sosyal Demokrat Parti’nin öncüsü olan Mücadele Birliği’ni kurdu. 17 kurucu üye arasında 4 kadın vardı: Radchenko, Krupskaja, Nevzorova ve Lakubova. Bunların son üçüne Saint Petersburg’un farklı bölgelerinin sorumluluğu verildi. Devrimci çalışma, 1890’ların ortalarından itibaren gittikçe artan bir şekilde grevlere katılmaya başlayan işçi sınıfı arasında kitlesel çalışmaya yöneldi. Bu, özellikle tekstil endüstrisindeki kadın işçiler için de geçerliydi.
Moskova’da sendikalar, işçi hareketinin ilk aşamalarında tüm ülkelerde yaygın bir fikir olan, daha geri ve muhafazakâr olduklarını düşündükleri için başlangıçta kadın üyeleri kabul etmeye karşıydı. Ancak en ileri düzeydeki işçiler, işçi sınıfı içindeki toplumsal cinsiyet ayrımının üstesinden gelme ihtiyacının yavaş yavaş farkına vardılar.
Ağırlıklı olarak erkek işçilerden oluşan Moskova İşçi Sendikası, fabrikalarda işçiler arasında dağıtılan broşürler ile işçi sınıfı içinde birlik için mücadele etmeye çalıştı. İçlerinden biri şunları söyledi:
“Erkekleri kadın işçilerden asla ayırmamalıyız. Rusya’daki birçok fabrikada kadın işçiler zaten işgücünün çoğunluğunu oluşturuyor ve fabrika sahipleri tarafından daha da acımasızca sömürülüyorlar. Çıkarlarının erkek işçilerin çıkarlarından hiçbir farkları yoktur. Erkek ve kadın işçiler el ele tutuşmalı ve kurtuluşları için birlikte mücadele etmelidir. ” (Rusya’daki Devrimci Kadınlar 1870-1917, s.75).
Bolşevik Partide Kadınlar
Lenin, kadın sorununa büyük önem verdi. Eşi Krupskaya’nın anlattığı gibi: ”1899’da sürgünde iken Lenin, Parti teşkilatıyla (1898’de Birinci Parti Kongresi yapıldı) yazışarak, yasadışı basında yazmak istediği konulardan bahsetti. Bunlar arasında “Kadınlar ve İşçilerin Davası” adlı bir broşür vardı. (Kadınların Kurtuluşu Önsöz- Nadezhda K. Krupskaya).
Krupskaya da ayrıca kadın sorunuyla ilgilendi. 1869’da doğdu, Brusnyev grubuna katıldı ve bu sayede 1894’te daha sonra evlendiği Lenin ile tanıştı. 1896’da Mücadele Birliği üyeliğinden tutuklandı. 1898’de Sosyal Demokrat Parti’ye katıldı ve önde gelen kadın Bolşeviklerden biriydi.
Sürgünde Lenin, 1903 Kongresi için parti programının taslağını hazırlamak için çok zaman harcadı. Onun önerisi üzerine “kadın ve erkekler için tam hak eşitliği” talebi programın bir parçası haline geldi. Ancak bu talep Bolşeviklere özgü değildi, tıpkı İkinci Enternasyonal’in tüm sosyal demokrat partilerinin programının ayrılmaz bir parçası olduğu gibi tüm Rus muhalefet partilerinin programındaydı.
Bolşeviklerin farkı, bu sorun üzerinde tamamen tutarlı olmalarıdır. Krupskaya şunları yazdı: “1907’de, Stuttgart’taki Uluslararası Kongre ile ilgili raporunda Lenin, Kongre’nin, erkekler için seçim hakları için bir kampanya yürütürken, kadınlar için mücadeleyi erteleyen, kadınların seçim haklarını ‘ileri bir tarihe’ erteleyen Avusturya Sosyal-Demokratlarının oportünist uygulamalarını kınadığını memnuniyetle belirtti. ” (Kadınların Kurtuluşu Önsöz- Nadezhda K. Krupskaya). Bolşevikleri diğer tüm siyasi akımlardan daha fazla ayıran şey, kadınların seçim hakları talebini 1917’de iktidara gelirken hemen uygulamaya koymalarıdır.
1903’teki Kongre’den sonraki yıllar, 1905 devrimiyle sonuçlanan bir grev dalgasıyla belirlendi. Buna kadın işçiler de katıldı. İşçi sınıfının en ezilen ve siyasi olarak geri kesimlerinin siyasi sahneye çıkması, kesin bir devrimin işaretidir. 1905 Devrimi, Lenin tarafından 1917 Ekim Devrimi’nin “kostümlü provası” olarak tanımlandı. Burada, işçiler ilk kez, Rus sovyetlerinde işçi konseyleri kurmaya başladılar.
İlk Sovyet, Ivanovo-Voznesensk’te kuruldu. Sovyet, 12 Mayıs 1905’ten 27 Haziran 1905’e kadar faaldi. 1905 baharında, şehirde bir genel grevle sonuçlanan bir dizi yerel grev temel alarak kuruldu. Grevci fabrika işçilerinin temsilcileri olarak Sovyete toplam 151 delege seçildi. Bunların en az 25’i (%16,5) kadındı ve bir pamuk dokuma fabrikası olan Kashintsev, Sovyete erkeklerden daha fazla kadın seçti: 8 kişiden 7’si kadın olan Sovyetteki kadınların oranı gerçekten dikkate değerdi. Hillyar ve McDermid’in “Rusya’da Devrimci Kadınlar” da yazdığı gibi, “demokratik olarak seçilmiş hükümetlerin tarihinin olmadığı böyle ataerkil bir ülkede, bu sayıdaki kadın delege dikkate değer bir başarı olarak görülüyor.” (Rusya’daki Devrimci Kadınlar 1870-1917, s.111)
1905’te Sovyete seçilen delegelerin yalnızca yarısı için bilgi mevcut. Yaklaşık 70’inin, yani yüzde 46,3’ünün Bolşevik olduğu biliniyordu. 1905’in ilk yarısında İvanovo’daki Bolşeviklerin 400 üyesi vardı ve bunların sadece yüzde 4’ü kadındı. Bununla birlikte, Sovyet’teki Bolşevik delegelerin 11’i kadındı. Bu, şehirdeki kadın Bolşeviklerin yüzde 62,5’inin Sovyet için seçildiği anlamına gelirken, bu rakamın erkek Bolşevikler için yüzde 15,6 olduğu anlamına geliyor. Bu, kadınların faaliyet düzeyi ve erkek meslektaşları arasında sahip olmaları gereken otorite hakkında bir şeyler ortaya koyuyor.
Kadın Bolşevik delegeler çoğunlukla tekstil endüstrisinden geliyordu. Ortalama 24 yaşındaydılar, ancak geçmişlerinde zaten uzun çalışma yılları vardı. Bunlardan altısı 14-16 yaşlarında, ikisi 12 yaşında fabrikada çalışmaya başlamıştı. Ancak birçoğu daha önce dadı olarak çalışmaya başlamıştı. Dördü yazmayı bilmiyordu ve diğer delegeler Sovyet belgelerini onlar adına imzalamak zorunda kaldı.
Kostroma kasabasında delegelerin yaklaşık üçte biri kadın tekstil işçisiydi. Rostov’da sayı daha da yüksekti, ancak kadınlar genellikle büyük şehirlerin Sovyetlerinde daha düşük bir paya sahipti.
1905’te önde gelen St.Petersburg Sovyeti’nin başkanlığına seçilen Troçki, daha sonra St.Petersburg Sovyeti’ne seçilen yegane kadın işçilerden biri olan Bolşevik Boldyreva’yı “bir umut, umutsuzluk ve tutku sesi … karşı konulamaz bir yaklaşım ve cazibe” olarak tanımlamıştı. Boldyreva, devrimci geleneklerine rağmen 8 saatlik bir çalışma günü talep eden genel grev çağrısını desteklemeyen dev Putilov fabrikasının ağırlıklı olarak olan erkek işçilerini şiddetle eleştirmişti: “Eşlerinizi rahat bir yaşama soktunuz ve öyleyse maaşınızı kaybetmekten korkuyorsunuz ama biz bundan korkmuyoruz. 8 saatlik bir işgününü garantilemek için ölmeye hazırız. En sonuna kadar savaşacağız. Zafer ya da ölüm! Yaşasın 8 saatlik çalışma günü!” (Rusya’daki Devrimci Kadınlar 1870-1917, s.124)
1905 devrimi yenilgiyle sona erdi ve ardından bir karşı devrim geldi. Bolşevikler çoğunlukla yer altı çalışmalarına geri dönmek zorunda kaldılar. Kadın Bolşevikler, erkeklerle eşit düzeyde faaliyet gösteriyorlardı. Kadın devrimcilere sık sık verilen görevlerden biri, ki bu son derece tehlikeli bir görevdi, “güvenli evler” örgütlemekti. 1905’te Ivanovo Sovyeti’nin 11 kadın üyesinden en az 8’i “güvenli evler” düzenlemişti.
Birçok kadın, sekreter rolünü üstlendi. Bu bazen küçük bir rol olduğu ve kadın Bolşeviklerin önemli bir rol oynamasına izin verilmediğinin “kanıtı” olduğu gerekçesiyle reddedilir. Ancak bu, bir noktayı tamamen ıskalamaktadır. Hem Lenin’in kız kardeşi Maria hem de eşi Nadezhda Krupskaya, Lenin’in son derece önemli olduğunu düşündüğü bir sekreterlik pozisyonuna sahipti. Örneğin Krupskaya, Lenin’in sürgünde olduğu yıllarda parti sekreteriydi ve partinin sürgündeki liderliği ile Rusya’da aktif olanlar arasındaki iletişimi sürdürmek gibi önemi küçümsenemez bir görevi üstlendi. Bunun önemsiz bir durum olmadığını anlamak için, ölmeden önce Lenin’in Stalin’in parti sekreteri olarak görevden alınması girişimini hatırlamak yeterlidir.
O gerici yılların bir diğer önde gelen Bolşevik kadını, kod adı Natasha olan Samoilova idi. Samoilova’nın siyasi faaliyeti, Katasheva’nın Natasha – Bolşevik Kadın Organizatör adlı eserinde anlatılıyor.
Samoilova 1876’da doğdu ve devrimci faaliyetlerine öğrenci olarak başladı. Birkaç ay tutuklu kaldıktan sonra 1902’de Paris’e gitti. Paris’te diğerleri arasında Lenin’den dersler aldı ve ikna olmuş bir Marksist oldu ve 1903’te Bolşeviklere katıldı. Yeraltı çalışmalarına katıldığı Rusya’ya geri döndü ve devrimci faaliyetlerinden dolayı şehirden şehire taşınmak zorunda kaldı. Aralık 1912’de Molotov tutuklandığında, Samoilova Bolşevik parti gazetesi Pravda’nın editörlüğünü devraldı. Pravda, o zamanlar işçilerin söz sahibi olabileceği neredeyse tek yerdi. Yüzlerce işçi mektup gönderir ya da doğrudan Pravda’nın ofisine giderdi. Genellikle bir gün içinde Samoilova’nın ofisinden geçen 300-400 kadar ziyaretçi vardı.
“Mütevazı yazı işleri bürosu bir arı kovanı gibiydi. İşçiler akan dereler misali geliyordu: grevdeki fabrikalardan temsilciler, sendika temsilcileri, sosyal yardım kuruluşları ve işçi kulüpleri de yaşam ve çalışma koşullarını aktarmak için gelirdiler. Fabrikalardaki işçi toplantılarında işçiler “Sevgili Pravda” için küçük miktarlarda para toplardılar. […] Çoğu zaman bir çamaşırcı veya aşçı, bir demirci veya vasıfsız bir işçi, sorunlarını “gazeteye anlatmak” için gelirdi. Sonra gazetenin işçileri ve sekreter konuşmacının gerçek sözlerini almaya çalışarak onların yanlarına geçip söylediklerini yazardı. ” (Natasha – Bir Bolşevik Kadın Organizatörü, L. Katasheva, 1934).
Bolşevikler ve Küçük-Burjuva Feministler
Bolşevikler kadınları örgütlemede genellikle Menşeviklerden çok daha başarılıydı. Bolşeviklerin, 1907’de Sosyal Demokrat Parti’nin (birleşik) Beşinci Kongresi’nde her kadın Menşevik delege için beş kadın delegesi vardı. Bununla birlikte, kadınlar arasında iş örgütlenmesinin, özellikle de 1905’teki yenilgi sonrasındaki gerici koşullarda zor olduğunu söylemek de doğrudur. Örneğin, 1912’deki parti kongresine hiçbir kadın katılmadı.
Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki yeni devrimci dalga, bir kez daha kadınların siyasi faaliyetlere katılımının artmasına yol açtı. Örneğin, Ağustos 1917’de Bolşevik Altıncı Parti Kongresi’ndeki 171 delegenin 10’u kadındı, yaklaşık yüzde 6’sı. Burada üç kadın – Kollontai, Stasova ve Lakovleva – nihayetinde Ekim Devrimi’nde Bolşevikleri yönetecek olan parti Merkez Komitesi’ne seçildi. Merkez Komite’de kadınların oranı yüzde 9’un üzerindeyken, üyeler arasında kadınların oranı yüzde 8’in altındaydı.
Sınıf mücadelesinin arttığı 1914’ten itibaren, genel üyelik artışı sırasında birçok yeni kadın üye partiye katıldı. Bununla birlikte, kadınların oranı nispeten düşük kalmıştır. Yine de kadınları bu zor koşullar altında örgütlemek büyük bir başarıydı.
Buna rağmen, Bolşevikler, kadın sorununu “umursamadıkları” iddiasıyla küçük burjuva feministler tarafından saldırıya uğradı. Rusya’daki küçük-burjuva feminist hareket, işçi hareketinin dışında kaldı ve başlangıçta esas olarak kadınların eğitim hakkıyla ilgiliydi; bu, Rusya’nın o zamanki koşullarında Rus kadınlarının yalnızca çok küçük bir bölümüne hitap ettikleri anlamına gelen bir odak noktasıydı. Yüzyılın başındaki yıllarda yapılan bir dizi okul reformu, kadınların eğitim alması için daha fazla fırsat yarattı ve çoğu öğretmen olarak eğitildi. Bu aynı zamanda Pazar Okulları’ndaki kadın Bolşevik öğretmenlerin sayısına da yansıdı.
Sanayileşme ve bunun sonucunda şehirlerde proletaryanın büyümesi feministlere yeni bir odak sağladı: yoksul proleter kitlelerin koşullarını hafifletebilecek bir hayır kurumları ağı yaratmak için hayırsever çalışma. Küçük-burjuva feministler, sanayileşmenin etkilerini hayır işleri ve reformlarla “telafi edilecek” bir şey olarak görüyorlardı. Sanayileşmenin yarattığı sefalet ve zorluklara rağmen Bolşevikler bunu olumlu bir adım olarak gördüler çünkü bu, kadınların sınıf mücadelesine çekilmesi anlamına geliyordu.
1900 yılı civarında, resmi burjuva demokrasisinin somut bir olasılık haline gelebileceği ve küçük-burjuva feminist hareketinin, oy hakları verilirse kadınların unutulmamasını sağlamak için siyasi bir örgütlenme başlattığı görülüyordu. Bunda en aktif grup, 1905’te kurulan Kadın Eşitliği Derneği idi. Önde gelen aktivistlerinden biri Muhafazakâr Kadet Partisi liderinin eşi Anna Miliukov’du. Bolşevikler ayrıca, oy hakkı, boşanma hakkı vb. gibi sınıftan bağımsız olarak tüm kadınları ilgilendiren demokratik talepler için de savaştılar. Ancak Bolşevikler, bunların tek başlarına ayakta kalabileceği iddiasını reddettiler- onlar için kadınların kurtuluşunun ancak sosyalizm yoluyla sağlanabileceği inkâr edilemezdi. Lenin, demokratik talepler için mücadele ile sosyalizm arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklamıştır:
“Kapitalizmde ezilen sınıfların demokratik haklarını” kullanamaması “bir istisna değil, genel bir durumdur. Çoğu durumda boşanma hakkı kapitalizmde kullanılmaz, çünkü ezilen cinsiyet ekonomik olarak da ezilir; çünkü devlet ne kadar demokratik olursa olsun, kadın kapitalizmde bir “yerli köle”, yatak odası, kreş ve mutfağın kölesi olarak kalır. […]
“Yalnızca tamamen düşünemeyenler veya Marksizme tamamen aşina olmayanlar, bir cumhuriyetin hiçbir faydası olmadığı, boşanma özgürlüğünün hiçbir faydası olmadığı, demokrasinin hiçbir faydası olmadığı, ulusların kendi kaderini tayin etmesinin bir faydası olmadığı sonucuna varacaktır. Marksistler, demokrasinin sınıf baskısını ortadan kaldırmadığını, yalnızca sınıf mücadelesini daha net, daha geniş, daha açık ve keskin hale getirdiğini bilirler ve istediğimiz bu. Boşanma özgürlüğü ne kadar eksiksiz olursa, kadın için ‘ev içi köleliğinin’ kaynağının hak eksikliği değil, kapitalizm olduğu o kadar açık olacaktır. Hükümet sistemi ne kadar demokratik olursa, işçiler için kötülüğün kökeninin haklardan yoksunluk değil, kapitalizm olduğu o kadar açık olacaktır. Ulusal eşitlik ne kadar eksiksizse (ve ayrılma özgürlüğü olmadan tamamlanamazsa), ezilen ulusun işçileri için bunun bir haklardan yoksunluk sorunu değil, kapitalizm sorunu olduğu o kadar açık olacaktır.” (Marksizm ve Emperyalist Ekonomizmin bir Karikatürü, Lenin)
1905’e kadar, birçok farklı siyasi grup Çarlık rejimine karşı bir araya geldi ve demokratik talepler için birlikte savaştı. Ancak bir devrim, sınıf mücadelesini en tepeye tırmandırır ve diğer tüm çelişkiler sınıf çelişkilerine tabi kılınır. Küçük-burjuva feminist hareket, esas olarak Rusya’nın daha iyi durumda olan katmanlarından entelektüeller tarafından destekleniyordu. Aynı şey Bolşevikler için de geçerliydi. Aradaki fark, feminist hareketin, kadınların sınıf çizgilerinin ötesinde birlikte durmaları gerektiği ve kadınların kendilerini ayrı ayrı örgütlemeleri gerektiği şeklindeki burjuva fikrine dayanıyor olmasıydı. Bolşevikler ise sınıf ayrımının toplumda çok önemli bir bölünme olduğunu açıkladılar. Sınıf mücadelesi öne çıktığında kadınlar sınıflara göre bölünür. Emekçi kadınlar için kurtuluş, ancak egemen sınıfın egemen sınıf kadınları tarafından da paylaşılan iktidar ve ayrıcalıklarından bir kopuş yoluyla gerçekleştirilebilir.
Küçük-burjuva feminist hareket içindeki bu sınıfsal perspektif eksikliği, onları, Birinci Dünya Savaşı çıktığında savaşı desteklemeye yöneltti, çünkü erkeklerin seferberliği sonucunda kadınların toplumdaki artan rolünün kadınlar için siyasi ilerlemenin yolunu açabileceğine inandılar. Bolşevikler ise, emekçi kitleleri kapitalistlerin çıkarları uğruna feda eden emperyalist bir savaş olarak nitelendirdikleri savaşa karşı çıktılar.
Lenin ve Bolşevikler, kadın mücadelesine ve kadınların örgütlenmesine büyük önem verdiler, ancak bunu, işçi sınıfının her türlü baskıya karşı mücadelede örgütlenmesinin bir parçası olarak yaptılar. Bu nedenle, kadınların ayrı kadın örgütlerinde değil, Bolşevik Parti ve sendikalar gibi diğer işçi sınıfı örgütleri içinde örgütlenmesi gerektiğine inanıyorlardı. Egemen sınıf, işçi sınıfını toplumsal cinsiyet, ulusal ve dini sınırlara göre bölmek için elinden geleni yapar. Bolşevikler için, örneğin Çarlık Rusya’sında var olan tüm farklı milletlerden işçiler de dahil olmak üzere işçi sınıfının birliğini sağlamak hayati önem taşıyordu.
Bu, Bolşevik Parti’nin her bakımdan mükemmel olduğu anlamına gelmiyordu. Ancak Lenin’in açıkladığı gibi, parti sosyalist devrimi “şimdi olduğu gibi insanlarla birlikte” sürdürmelidir. Devrimin insanlığın “sosyalist” bir bilinç geliştirdiği bir zamana ertelenmesi gerektiği fikri, devrimi tamamen terk etmek anlamına gelir- kapitalist bir toplumda böyle bir bilinç gelişemez. Bolşevik Parti, başarmaya çalıştıkları gelecekteki komünist toplumun bir kopyası olamazdı. Karşı çıktıkları toplumun içinden çıkmıştı ve kısmen onu yansıtmaktan kaçınamadı. Bolşeviklerin sürekli odaklandığı nokta, partiyi amacını en iyi şekilde yerine getirecek şekilde inşa etmekti: işçi sınıfını iktidarı alacak şekilde örgütlemek. Ve bunda kadınlar da çok önemli bir rol oynadı.
Kadınlar ve Bolşevikler
Bolşevik Parti’de bir dizi kadın başrol oynadı. Aleksandra Kollontai, sosyal demokrat hareket içinde kadın işçileri örgütleme çabalarına ek olarak, konuyla ilgili bir dizi makale yazmıştı. 1914’te Bolşevik Parti’ye katıldı ve 1917’de Merkez Komite’ye seçildi. Krupskaya ve Samoilova’dan daha önce bahsedildi. Elena Stasova, 1917’den önce Merkez Komite üyesiydi ve o yıl parti sekreteri olarak Krupskaya’nın yerini aldı. Inessa Armand devrimci faaliyetlerine 1901’de başladı ve 1910’dan itibaren kişisel arkadaş olduğu Lenin ile yakın çalıştı. O, devrimden sonra kadınları siyasi olarak örgütlemek için kurulan Tüm Rusya Komünist Partisi (Bolşevikler) Merkez Komitesi Sekreterliği kadın departmanı Zhenotdel’in ilk lideriydi.
Bu kadınların tümü, yalnızca Bolşevik partinin inşasında değil, aynı zamanda partinin kadınları saflarına çekme çabalarını artırmaya başladığı 1914’ten itibaren, Partide kadınların örgütlenmesinde de önemli bir rol oynadılar.
Gördüğümüz gibi, 1912’den itibaren Rus işçileri, 1905’ten sonraki gerici yılların ardından yeniden başlarını kaldırmaya başladılar. Grev faaliyeti büyüdü ve kadın işçileri de kapsadı. Dünya Savaşı’nın eşiğinde, 1914’te Bolşevikler, çalışan kadınlar için Rabotnitsa (Kadın İşçiler) adlı bir dergi yayınlamaya başladı. İlk baskı, o yılki Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, o yıl toplam yedi sayı ile yayımlandı. Rejim daha sonra sıkıştırmaya başladı ve gazete 1917’ye kadar yayınını durdurdu.
Birinci Dünya Savaşı, devrimci dalgayı kesmiş ve geçici olarak durdurmuştu. Bununla birlikte, savaşın kadınların siyasi örgütlenmesine yenilenmiş enerji verdiği de doğrudur. Milyonlarca erkeğin orduya seferber edilmesi, sanayiye büyük bir kadın girişi ile sonuçlandı. Savaşın sonunda kadınlar büyük sanayideki işgücünün yüzde 40’ını ve Moskova bölgesindeki tüm tekstil işçilerinin yüzde 60’ını oluşturuyordu.
Bu koşullarda Bolşeviklerin çalışmaları meyve verdi ve özellikle kadın işçiler olmak üzere artan sayıda kadını cezbetti. 1905’ten önce Bolşevik kadınların yüzde 60’ından fazlası entelijansiyaydı ve yüzde 28,2’si işçiydi. Şubat Devrimi’nden sonra işçiler kadın üyelerin yüzde 45,6’sını temsil ediyordu (bu rakamlarda hizmetçiler, hemşireler ve benzerleri işçi kategorisine dahil edilmedi). (Rusya’daki devrimci kadınlar 1870-1917 s.164).
Ancak Savaşın yarattığı siyasi ilgisizlik uzun sürmedi. Askeri yenilgiler, ekonomik çöküş ve yükselen gıda fiyatları, bu sefil koşullara karşı ara sıra grev eylemlerinde kadınlar da dahil olmak üzere çok sayıda işçiyi ortaya çıkardı. Bütün bunlar 1917 Şubat Devrimi ile sonuçlanacaktı.
Devrimin Patlak Vermesi
Rus Devrimi, 23 Şubat 1917 Dünya Kadınlar Günü’nde başladı (Jülyen takvimine göre, Batı’da 8 Mart). Bolşevikler de dahil olmak üzere örgütlü işçi sınıfının en ileri katmanları bile durumun devrim için ne kadar olgun olduğunu tam olarak kavrayamamıştı. Geldiğini görebilseler de önce askerleri kazanmak gibi daha fazla hazırlık çalışması yapılması gerektiğini hissettiler. Perspektifleri 1 Mayıs’ta genel grev içindi ve devlet aygıtıyla erken çatışmaları önlemek için, işçileri sokağa çıkmaktan alıkoymaya ve hareketin kapsamını bu noktada meclislerle sınırlandırmaya çalıştılar.
M. Aivaz fabrikasında kadın işçiler, günü kadınların eşitliği için bir gün olarak kutlamayı önerdiler. Kadınların hem fabrikada çalışması hem de çocuklarına evde bakmaları gerektiğine işaret ettiler. Erkek işçilerden taleplerini desteklemelerini istediler. Bir fabrika toplantısı greve gitmeye karar verdi ve işçi delegasyonlarını diğer fabrikalara gönderdi. Greve ve gösterilere gittikçe daha fazla fabrika katıldı.
Petrograd’daki Nobel fabrikasından bir Bolşevik erkek işçi, pamuk iplik fabrikası Bolshaia Sampsonievskaia’daki kadın tekstil işçilerinin o gün sokaklara çıkıp fabrikasına gelip kendisini ve iş arkadaşlarını kendilerine katılmaya ikna etmek için nasıl çalıştığını anlattı.
“1. Bolshaia Sampsonievskaia imalathanesinin kapıları sonuna kadar açıktı. Militan kadın işçi yığınları dar sokağa dolup taştılar. Bizi fark edenler ellerini sallamaya başladılar ve ‘Dışarı çıkın! Aletlerinizi bırakın! ‘ Pencerelerden kartopları atıldı. Gösteriye katılmaya karar verdik. Kapıların yanındaki ana ofiste kısa bir toplantı yapıldı ve işçiler sokağa çıktı. Kadın işçiler, Nobel işçilerini ‘Yaşasın!’ diyerek karşıladı. Bolşoy Sampsonievskii prospekt için gösteriler başladı. ” (Rusya’daki devrimci kadınlar 1870-1917, s.152)
Devrimden önce kadınlar, işçi sınıfının en muhafazakâr tabakası olarak görülüyordu. Ailenin bakımından doğrudan sorumlu oldukları için sık sık tereddüt ettiler ve hatta grev yapmaya bile karşı çıktılar. Ancak yaşam koşulları, ekmek eksikliği, artan enflasyon ve kocalarının cephede savaşmasıyla dayanılmaz hale geldiğinde bu durum tam tersine dönüştü. Böylelikle, özellikle tekstil endüstrisindeki kadın işçiler, insanın ancak katlanabileceği sınıra gelip de bıçak kemiğe dayandığında harekete geçmeye karar verdiler.
1917 Uluslararası Emekçi Kadınlar gününün erken saatlerinden itibaren, kadın işçiler greve çıktılar ve Rusya’nın başkenti Petrograd’da kitlesel gösteriler düzenleyerek erkek işçileri kendilerine katılmaya çağırdılar. O gün 90.000 kişi greve çıktı. Hareketin acil talebi ekmek eksikliğiydi. Petrograd halkı açlıktan ölüyordu ve yük, şubat ayı donma koşullarında sonsuz kuyruklarda saatlerce ayakta durmak zorunda kalan ve çoğu zaman hayal kırıklığına uğramak için ekmek bekleyen kadınlara düşüyordu.
Petrograd’daki gösterilere toplamda 100.000’den fazla kişi katıldı. Talepler sadece “ekmek” ve “daha düşük fiyatlar” değil, “Kahrolsun savaş” gibi taleplerdi. 23 Şubat tarihli polis raporlarında, polise bağıran kadın işçilerin tutuklanmasını okuyabilirsiniz:
“Eğlenmek için fazla zamanınız yok- yakında boynunuzdan asılacaksınız!” (Rusya’daki devrimci kadınlar 1870-1917, s.152)
Birinci Dünya Savaşı nedeniyle binlerce asker Petrograd’da konuşlandırıldı. Kadınlar, askerleri harekete katılmaya ikna etmek için kardeşleşme ve ajitasyona katıldılar: Kışlaya gittiler, el ilanları dağıttılar ve toplantılar düzenlediler. Bu oldukça işe yaradı. Pek çok asker göstericilere ateş etme emirlerine uymayı reddetti, bunun yerine Devrimin tarafına geçti.
Sonraki günlerde gösteriler ve grevler genel bir greve ve ayaklanmaya dönüştü. Beş gün sonra, nefret edilen Çar devrildi. İşçi sınıfı nasıl olduğunu bile anlayamadan gücü eline almıştı. En kararlı ve militan kesiminin kadın işçiler olduğunu ve devrimi ateşleyenlerin onlar olduğunu söylemek abartı olmaz.
Bu, tarih boyunca tüm devrimlerde gördüklerimizin çarpıcı bir örneğiydi: Normalde atıl olan, ezilmiş katmanlar aniden öne çıkıyor ve nesillerdir olmasa da yıllardır bastırılmış öfkeleri ve hayal kırıklıkları bu pasif katmanı en gelişmiş katmana dönüştürüyor. Kadınlar pasifti; şimdiyse en aktif olanlar onlar oldu. Bu devrim süreci, işçi sınıfı içinde, özellikle kadın ve erkek arasındaki yerleşik ayrımları yıktı ve binlerce dilekçeden daha etkili oldu.
Şubattan Sonra
Kadın işçilerin bu hareketi, tüm işçi sınıfını harekete geçirdi. Şubat Devrimi ile umutlar yükseldi. İşçiler ekmek, 8 saatlik çalışma günü ve savaşın sona ermesi için talepte bulundular. Ancak, ilk sevinç döneminden sonra, işçiler yeni rejimin bile taleplerini karşılamaya hazır olmadığını fark ettikçe, ruh hali daha da kızıştı. Grev hareketi, kitlesel protestolar ve gösterilerle liderlerine talepleri yerine getirmeleri için baskı uygulamaları günbegün arttı.
Bolşevikler ile Menşevikler arasında- Sürekli Devrim teorisini geliştirmiş olan Troçki haricinde- önemli farklılıklar olsa da tüm sosyalistlerin düşüncesi, yaklaşan devrimin burjuva olacağı yönündeydi. Bu devrim eski despot çarlık rejimine son verecek ve kapitalist gelişime zemin hazırlayacaktı. Ancak Rus burjuvazisi devrimde hiçbir rol oynamadı- monarşiden çok Rus işçilerinden korkuyorlardı ve son ana kadar eski rejimle anlaşma yapmaya çalıştılar. Geçici Hükümeti ancak devrimci hareketi monarşi ile bir anlaşma yoluyla durduramayacaklarını anladıklarında alelacele kurdular.
Ancak, 1905 geleneğine dayanan işçi sınıfı, işçi sınıfı iktidarının organları olarak ortaya çıkan işçi konseyleri, sovyetler kurmaya başladı. Lenin, burjuva devriminin eski perspektifini işçi sınıfının müdahalesiyle değiştirdiğini anlamıştı. Ilımlı sosyalistler burjuvaziyle iş birliği yapmaya devam ederken, Bolşevikler Geçici Hükümet ile herhangi bir iş birliğini reddettiler ve bunun yerine “barış, ekmek ve toprak” taleplerini yerine getirmenin tek yolu olarak “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganını yükselttiler.
Kadın işçiler bu sürecin kilit unsuruydu, yalnızca grevlere ve gösterilere katılmakla kalmayıp, aynı zamanda, örneğin Petrograd’da Kornilov’un Ağustos’taki gerici darbe girişimi sırasında, devrimin silahlı savunmasını örgütleyen kilit unsurlardı. Kızıl Muhafızların erkekleri ile yan yana savaşıp öldüler. Bolşevik kadınlar doğal olarak hem yerel hem de ulusal örgütsel çalışmalarda devrimci çalışmalara katıldılar, halka açık toplantılarda konuştular, broşürler dağıttılar, silahları taşıdılar, iletişimi garanti ettiler ve yaralıların bakımını sağladılar.
Durum aynı zamanda kırsal kesimdeki kadınların koşullarını da önemli ölçüde değiştiriyordu. Savaş, köylü kadınların üzerindeki çifte yükü yalnızca daha da kötüleştirmişti. Erkekler cephedeyken, çiftliklerin ve toprağın tüm sorumluluğu artık tamamen onların omuzlarındaydı. Geçici Hükümet, köylülere toprak vaadiyle tarım sorununu çözmekten bahsediyordu ama somut bir şey olmadı. Geçici hükümet toprak sahiplerinden açısından toprak reformunu uygulayamayacak kadar çekiniyordu. Yaz aylarında devrimci hareket, temel talepleri toprak ve barış olmak üzere, bir köylü isyanı yaratarak kırsal alanlara yayıldı. Köylülüğü etkileyen devrimci mayalanma öyle oldu ki, egemen ataerkil ilişkilere rağmen, kırsalda isyan eden birkaç kadın köylü de vardı.
Örneğin, Voronezh valiliği, 1917 yazının başlarında asker eşlerinin ayaklanmasına tanık oldu. Hareket, yetkililerin; 30 asker eşinin, köy topraklarının dağıtılmasının kocaları cepheden geri dönene kadar ertelenmesi talebini görmezden gelmesiyle başladı. 200 asker karısı toplandı: ”Önce arazilerin sınır direklerini yıktılar, sonra toprak sahibi köylülerin çiftlik evlerine baskın yaptılar, mutfak bahçelerini tahrip ettiler, pencere çerçevelerini, kapıları çıkardılar ve bazı durumlarda evlere girerek soba kırdılar, yıktılar veya ev aletleri, mobilyaları çaldılar. Kadın grupları, başlangıçta kendilerini takip eden erkeklerin “Ezin, kadınlar, cezalandırılmayacaksınız, kocalarınız cephede” çığlıklarıyla cesaretlendirilerek mülklere daldı.” (Rusya’daki Devrimci Kadınlar 1870-1917, s.154)
Liberalizm ve Bolşevizm
Kadın işçiler ve kadın köylüler- erkek meslektaşları ile birlikte- devrime doğru ilerlerken, liberal burjuvazi tüm sınırlarını ortaya çıkardı. Eşitlik ve kadınların özgürleşmesi konusundaki tüm gevezeliklerine rağmen, devrim tarafından iktidara getirilen liberal burjuva, kadınların karşılaştığı acil sorunların herhangi birini çözmekten tamamen acizdi. Bu aynı zamanda, savaşı desteklemenin yanı sıra, işçilerin “ekmek” ile meşguliyetini iğrenç materyalizm olarak görmezden gelme eğiliminde olan küçük-burjuva feminist hareket için de geçerliydi.
Reformist sosyalistler- hala burjuvazinin devrime önderlik etmesi gerektiği fikrine sarılıyorlar, liberalleri ve Geçici Hükümeti destekliyorlardı. Bu perspektif içinde, işçilerin ve köylülerin çıkarları için mücadele onlar için ikincildi. Şubat Devrimi’nden sonra, “Devrimi savunmak” için bir savaş çağrısı yaparak işçilerin temel taleplerinden birine – savaşın sona ermesi – ihanet ettiler.
Bu özellikle kadınları etkiledi. Şehirli kadınların genellikle cephede kocaları vardı, bu da hem geçimlerini sağlamak hem de tüm aileye bakmak için çalışmak zorunda oldukları anlamına geliyordu. Ve köylü kadınlar için bu, en sağlam erkeklerin çiftliklerden uzakta, işlerin yaşlıların ve kadınların ellerine bırakılması anlamına geliyordu. Savaş aynı zamanda kaotik bir ekonomik altüst oluşa da yol açmış, gıda ve mal kıtlığına yol açmış, bu da yine en çok hane halkından sorumlu olan kadınları etkilemiştir. Ayrıca, aynı tür işleri yapmalarına rağmen kadın ve erkek arasındaki gelir farklılıkları da devam etti. Burada kitlelerin kendilerini Çar’ın doğrudan baskısından nasıl kurtardıklarını görüyoruz, ancak tüm toplumsal adaletsizlikler devam etti.
Bolşevikler, ılımlı sosyalistlerin ve küçük burjuva feministlerin aksine, işçi sınıfının “ekmek” mücadelesinin ön saflarında yer alıyorlardı ve bu talebi yerine getirmenin tek yolunun işçi sınıfının sovyetler aracılığıyla iktidarı ele geçirmek olduğunu açıkladılar.
Bolşevikler de Rabotnitsa’yı bu koşullarda yayınlamaya 1917 Mart’ında başladı. Yayın kurulunda Krupskaya, Inessa Armand, Stahl, Kollontai, Eliazarova, Kudelli, Samoilova ve Nikolayeva ve Petrograd’dan diğer kadın işçiler oturdu. Her fabrikanın yayın kurulunda kendi temsilcisi vardı ve herkesin farklı alanlardan raporları incelediği ve katıldığı haftalık toplantılar düzenledi. Gazete kadınların bilincini yükseltmek için kullanıldı. Yine Mart 1917’de Bolşevikler, kadın işçiler arasında devrimci çalışmayı teşvik etmek için bir teşkilat kurdular. Başlangıçta, ancak, çoğunlukla niyet olarak kaldı, ancak kadın işçiler için bir konferans toplantısı düzenlemeye başladılar. Konferans, devrim nedeniyle ertelendi, ancak 1918’de yapılabildi. Bu dönemde Lenin, kadın işçileri sosyalizm için savaşmaya çekmenin yeni yollarını bulma ihtiyacıyla ilgili birçok makale yazdı.
Bolşevikler, hem erkek hem de kadın işçilerin gerçek çıkarlarını uzlaşmaz bir şekilde savunarak ve tüm ezilen katmanların mücadelesini bir araya getirerek, nihayetinde Şubat ile Ekim arasındaki dönemde işçilerin çoğunluğunu kazanacaklardı.
Devrimden Sonra Kadınlar
Ekim ayında, Şubat ayından dokuz ay sonra, işçiler iktidara gelmişti. Bolşevikler, artık uygulamaya koyabilecekleri bir talep olan kadın ve erkek eşitliği için bilinçli olarak savaşmışlardı. Yeni Sovyet rejimi, baskıdan ve eşitsizlikten uzak bir toplum inşa etme mücadelesine başladı.
Bolşevikler, kadınları erkekler karşısında dezavantajlı konuma düşüren tüm yasaları derhal kaldırdılar. Kadınların hareket özgürlüğü üzerindeki tüm kısıtlamalar kaldırıldı. Devrimden önce bir kadın yasal olarak kocasının yanında kalmak ve eğer taşınırsa onu takip etmek zorunda kalıyordu. Mülkiyet ilişkilerindeki geniş kapsamlı değişiklikler, ekonomik bir birim olarak aileyi ve babanın aile içindeki baskın konumunu zayıflattı. Diğer yasalar kadınlara toprağa sahip olma ve hane reisi olarak çalışma konusunda eşit haklar verdi.
Kürtaja ücretsiz erişim, tüm kadınlar için bir hak olarak tanıtıldı. Kilise ve devlet ayrıldı, evlilik, çocukların kayıtları vb. Kilise’nin kontrolünden çıkarıldı. Evlilik artık karşılıklı rızaya dayalı basit bir kayıt süreciyle gerçekleşiyordu. Her bir ortak diğerinin soyadını alabilir veya kendi soyadını koruyabilirdi. 1926’ya gelindiğinde evliliğin kayıt altına alınması bile gerekmiyordu ve boşanma olabildiğince kolay hale getirildi ve bir kişi talep etse, diğer eşin rızası olmasa bile başarılabilirdi. Gayri meşru çocuk kavramı kaldırılarak ister evlilik içinde ister evlilik dışı doğsun tüm çocuklara eşit muamele edilmesi sağlandı. Doğumdan önce ve sonra ücretli doğum izni başlatıldı ve hamile kadınlar ve yeni doğum yapmış kadınlar için gece çalışması yasaklandı. Ayrıca özel doğum koğuşları kuruldu.
Bu, zamanı için son derece ilericiydi. Hiçbir kapitalist ülkede kadınlar yasal olarak erkeklere eşit değildi. 1917’de Danimarka ve Norveç, kadınların oy kullanabildiği tek Avrupa ülkeleriydi. İngiltere’de kadınlar 1918’de, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1920’de, İsveç’te 1921’de ve Fransa ve İtalya’da 30 yıl daha beklemek zorunda kaldı.
Danimarka’da okul çocuklarına dünyadaki ilk kadın bakanın Sosyal Demokrat Nina Bang olduğu söyleniyor. Gerçek şu ki, Aleksandra Kollontai’nin devrimden sonra ilk Bolşevik “hükümetinde” Halkın Sosyal Refah Komiseri olarak atanmasından yedi yıl sonra, 1924’te bakan oldu. Kollontai böylece dünyanın ilk kadın bakanıydı. Sadece 1973’te, Sovyetler Birliği’nde yasalaştıktan 50 yıl sonra, kürtaj Danimarka’da yasal hale getirildi, aynı yıl Amerika Birleşik Devletleri’nde de tanındı.
Rusya’da hukukta eşitlik sadece kadınlar için değil, genel olarak ezilen gruplar için de geçerliydi. Çar yönetimi eşcinselliği yasaklamıştı ve cinsiyet ve cinsellik normlarına uymayanlar için bir çalışma kampına düşme riski vardı. Tüm bu ayrımcı yasalar ilk olarak 1922’de yeni Sovyet rejimi tarafından kaldırıldı. Bundan önce, 1918’de devrim öncesi Çarlık yasalarının uygulanmasını durduran bir kararname çıkarıldı. 1922’de, Ceza Kanununda eşcinsellik suç olmaktan çıkarıldı.
Açıkça eşcinsel olan Georgy Chicherin, 1918’den 1930’a kadar Dışişleri Halk Komiseri idi. Almanya ile Brest-Litovsk müzakereleri sırasında Troçki’nin yardımcısı olarak görev yaptı. Bu sıfatla, ironik bir şekilde, daha sonra Papa Pius XII olacak olan Eugenio Pacelli ile devrimden sonra Katolik Kilisesi’nin Rusya’daki statüsünü müzakere etmekten sorumluydu.
Sosyal Hijyen Enstitüsü Müdürü Bolşevik Grigorii Batkis, durumu şu şekilde tanımladı: “Sovyetler Birliği’ndeki mevcut cinsel mevzuat, Ekim devriminin eseridir. Bu devrim, yalnızca işçi sınıfının siyasi rolünü güvence altına alan siyasi bir fenomen olduğu için önemli değildir. [Sovyet mevzuatı] Devletin ve toplumun, kimseye zarar vermemesi koşuluyla cinsel ilişkilere kesinlikle karışmadığını ilan ediyor ve hiç kimsenin menfaatini ihlal etmez şekilde konumlanıyor … Eşcinsellik, sodomi ve Avrupa mevzuatında kamu ahlakına karşı suç olarak ortaya konan diğer çeşitli cinsel tatmin biçimleri, Sovyet mevzuatı tarafından aynen “doğal” ilişki olarak adlandırıldığı gibi ele alınır. ” [Almanca olarak mevcut, Die Sexualrevolution in Russland, Berlin: Fritz Kater, 1925, The Sexual Revolution in Russia – Grigorii Batkis].
Bu, özellikle o dönemde Sovyet toplumu üzerinde hala ağır basan yüzyıllardır süren aşırı geri kalmışlık göz önüne alındığında, bu tür bir soruna son derece gelişmiş bir yaklaşımdır. Sınıflı toplum devrildiğinde neyin mümkün olduğunu gösterir. Tecrit felaketi ve Stalinizm müdahale etmeseydi, hiç şüphesiz Sovyetler Birliği, şimdiye kadar hayal edilen her şeyin çok ötesinde, insani olasılıkların geliştiğini görecekti.
Siyasette Kadınlar
Kanun önünde eşitlik ancak ilk adımdı. Şimdi mesele, toplumu Sosyalizme doğru yönlendirmeye kadınlar da dahil olmak üzere kitleleri dahil etme sorunuydu. İktidara geldikten dört gün sonra, Sovyet hükümeti, işçi sınıfı, özellikle de kadınlar için siyasete katılımı mümkün kılmak için çok önemli bir faktör olan 8 saatlik çalışma gününü tanıtan bir kararname kabul etti. Yeni Sovyet rejiminde toplumu yönetmesi gereken kitlelerdi. Bu, politikanın içeriğinin bile değiştiği anlamına geliyordu:
“İşçilerin özgürleşmesinin işçilerin kendileri tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini ve aynı şekilde çalışan kadınların özgürleşmesinin de çalışan kadınların kendilerinin meselesi olduğunu söylüyoruz. […]
“Eski kapitalist rejim altında siyasette aktif olabilmek için özel eğitim gerekiyordu, bu nedenle kadınlar en ileri ve özgür kapitalist ülkelerde bile siyasette önemsiz bir rol oynadılar. Görevimiz siyaseti her çalışan kadına ulaştırmaktır. Toprak ve fabrikalardaki özel mülkiyet kaldırıldığından ve toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin iktidarının devrildiğinden beri, siyasetin görevleri, çalışan kadınlar da dahil olmak üzere bir bütün olarak çalışan insanlar için basit, açık ve anlaşılır hale geldi. Kapitalist toplum kadının konumuna öylesine bir eşitsizlik damgasını vurur ki, kadının siyasete katılımı erkeğinkinin sadece önemsiz bir kısmıdır. Bu durumda bir değişimin gerçekleşmesi için emekçi halkın gücü gereklidir, çünkü o zaman siyasetin temel görevleri, emekçilerin kendi kaderini doğrudan etkileyen konulardan oluşacaktır. ” (Sovyet Cumhuriyeti’nde Çalışan Kadın Hareketinin Görevleri, V.I. Lenin)
Bolşevikler, cehaletin yaygın olduğu son derece geri bir ülkede iktidara gelmişti. Önlerinde, kitleleri toplumu yönetmeye fiilen katılabilmeleri için eğitmek gibi büyük bir görev vardı. Bolşeviklerin 1918’de isimlerini değiştirdikleri haliyle Rus Komünist Partisi’nin 1919 programı şöyle diyordu:
“Şu anda Partinin görevi, özellikle proletaryanın ve köylülüğün geri tabakaları arasındaki eski eşitsizlik ve önyargıların tüm izlerini nihayetinde ortadan kaldırmak amacıyla ideolojik ve eğitici çalışmalar yürütmektir. Kadınların yalnız resmi eşitliğiyle tatmin olmayan Parti, ev komünleri, halka açık yemek salonları, merkezi çamaşırhaneler, kreşler vb. aracılığı ile kadınları eski ev içi ekonominin maddi yükünden kurtarmaya çalışıyor. ” (SBKP Siyasi Programı, 1919)
Kadınları yeni konumları hakkında bilgilendirme ve onları kamusal hayata aktif katılımlara çekmeye yönelik temel bir ihtiyaç ortaya çıktı. Özellikle Kollontai, Armand, Krupskaya ve Nikolaeva, Komünist Partinin kadınları harekete geçirmek için yeni örgütsel yapılar kurmaya karar vermesinde çok önemli bir rol oynadılar. Kasım 1918’de ilk Tüm Rusya Emekçi Kadınlar Kongresi’nde doruğa çıkan devrimden hemen sonraki aylarda kadınlar için bir dizi küçük konferans vardı:
“Kremlin Sendikalar Salonu’nda, ülkenin uzak bölgelerinden yerel kostümler giymiş işçiler ve köylü kadınlar da dahil olmak üzere bin kadın, yeni Sovyet rejiminin lideri Lenin’in bizzat hitap etmesi için toplandı. Lenin büyük bir coşkuyla karşılandı. Kadınların konumunu iyileştirmek için Sovyet hükümetinin halihazırda almış olduğu önlemleri özetledikten sonra Lenin, kadınları daha aktif bir siyasi rol oynamaya çağırdı. Onlara, “Tüm kurtuluş hareketlerinin deneyimi”, bir devrimin başarısının kadınların ona ne kadar katıldığına bağlı olduğunu gösterdi. ” (Sovyet toplumundaki kadınlar, Gail, Warshofsky Lapidus, 1978, s.63)
Konferans, İç Savaşın ortasında gerçekleşti ve bu koşullar altında ülkenin dört bir yanından 1.000 kadını bir araya getirmek büyük bir başarıydı. Konferans, gelişmiş kentsel alanlar ile daha uzak ve geri kalmış alanlar arasında daha iyi bağlantılar oluşturdu. Konferans sırasında pek çok kadın sosyalizme ilgi duydu ve Beyaz karşı-devrimci güçlerle aktif olarak savaşmak için Bolşevik Parti’ye ve kadın milisler “Kızıl Kız Kardeşler” e katıldı.
Konferans ayrıca o zamana kadar var olan kadın çalışmaları komisyonlarını Bolşevik Parti’ye bağlı organlara dönüştürme kararı aldı. Bu organların amacı, çalışan kadınlar arasında ajitasyon ve propagandaydı ve 1919’da Merkez Komite Sekreterliği’ne bağlı Zhenotdel’e dönüştürüldü. Yerel Parti komiteleriyle yakın temas halinde bir şube ağı oluşturuldu. Zhenotdel, Bolşevikler tarafından yönetiliyordu, ancak tamamen bir parti yapısı değildi. Zhenotdel’in başında Inessa Armand vardı ve 1920’de öldüğünde Kollontai görevi devraldı. Yerel Zhenotdel departmanları, parti yapılarının her seviyesindeki Parti komitelerine bağlıydı. Bölümler, partinin kadın üyelerinden ve aynı zamanda parti dışı üyelerden alınan gönüllülerden oluşuyordu. Görevleri fabrikalardaki ve köylerdeki örgütsüz kadınları kamusal faaliyetlere çekmek, onları siyasallaştırmak ve sosyalizme ve Bolşevik Parti’ye çekmekti.
Siyasi katılım ve etkili siyasi iletişim ancak cehalet ortadan kaldırılırsa mümkün olabilirdi. Zhenotdel, kadınlara okuma ve yazmayı öğretme mücadelesinin içine hızla çekildi. 1920’lerde, işçi ve köylü muhabir ağına dayalı olarak özellikle kadınlara yönelik bir dizi dergi yayınlandı. Komitska, Zhenotdel’in teorik dergisi olarak, Krupskaya’nın editörlüğü ile piyasaya sürüldü. 1927’de 386.000 tirajlı 18 farklı kadın dergisi yayınlandı. Politik olarak bu gazeteler, kadınların kurtuluşu ile sosyalizmin kurulması arasındaki bağlantıya odaklandı. Ana amaç, kadınları siyasete katılmaya teşvik etmek ve parti ve hükümet çalışmaları için daha geniş bir grup deneyimli kadın kadro oluşturmaktı.
Kadınlara ulaşmanın araçlarından biri, işçi ve köylü kadınların konferansları veya kadınların siyasi eğitim, öğretim ve işe alınmasını teşvik etmek ve onları siyasi roller üstlenmelerini sağlamak için Sovyet modeli üzerine delege meclisleriydi. Kadın işçiler ve köylüler arasında, partinin önderliğinde toplantılara ve eğitim kurslarına katılmaları ve ardından partide, sendikalarda, kooperatiflerde ve devlette “stajyerlik” kazanmaları için 5 çalışan kadın ve 25 köylü kadından birer temsilci göndermek üzere seçimler düzenlendi. Amaç, kamu rollerini üstlenmek için deneyim ve özgüvenle büyüyen bir kadın katmanı oluşturmaktı.
Bunun ne kadar başarılı olduğunu yargılamak zor. Stalin’in 1926’da Parti Kongresi’ne sunduğu örgütsel rapora göre, kasabalarda 46.000, köylerde 100.000 delege vardı. 1926 rakamları, 620.000 kadının kentsel alanlarda ve 12.000’in kırsal alanlarda düzenlenen konferanslara katıldığını göstermektedir. (Sovyet toplumunda kadınlar, s. 65)
Zhenotdel ve partinin kadınları siyasallaştırma ve örgütleme çabaları meyve vermeye başladı. Bu durum 1929’a kadar temelde siyasi seferberliğin etkisiydi, ancak sonraki dönemde işgücündeki artan kadın sayısı ve kadınlar için eğitim fırsatlarının genişlemesini de yansıtıyordu.
“1917’den 1934’e kadar olan dönem için çok yetersiz ve tam olarak güvenilir olmayan istatistikler, kadınları siyasi faaliyete çekmeye yönelik bu erken çabaların oldukça önemli sonuçları olduğunu gösteriyor. Seçimlerde oy verme gibi en temel yurttaşlık görevini yerine getiren kadınların oranı, hem kentsel hem de kırsal kesimde istikrarlı bir şekilde artarken, 1926’da yüzde 42,9’dan 1934’te yüzde 89,7’ye ve köylerde yüzde 28’den yüzde 80,3’e yükseldi.
“Kadınları yerel sovyetlerin çalışmalarına çekerek siyasi katılımın düzeyini ve kapsamını genişletme çabaları da önemli sonuçlar elde etti. Yerel sovyetlerdeki kadın milletvekillerinin oranı kırsal kesimde 1922’de yüzde 1’den 1926’da yüzde 10’a ve 1934’te yüzde 27’ye yükselirken, kentsel alanlarda 1920’de yüzde 5,7’den 1926’da yüzde 18’e ve 1934’te yüzde 32’ye yükseldi.” (Sovyet toplumunda Kadınlar, s. 204)
Bolşevik Parti’de kadın sayısı da arttı. 1922’de yapılan parti üye sayımına göre, partinin 41,212 kadın üyesi vardı, bu da toplam üyeliğin yüzde 8’inden daha azına denk geliyordu. Diğer şeylerin yanı sıra Zhenotdel’in çabalarının bir sonucu olarak sayılar 1920’lerin ortalarından sonlarına kadar artmaya başladı. 1932’ye gelindiğinde kadın parti üyelerinin oranı ikiye katlanarak yüzde 15,9’a çıktı. (Sovyet toplumunda kadınlar s. 211)
Üçüncü Enternasyonal ve Kadın Sorunu
Kadınlar arasında çalışma sorunu, Üçüncü Enternasyonal’de de ele alındı. Komünist Üçüncü Enternasyonal (Komintern), 1919’da dünya devrimi mücadelesinde bir araç olarak kuruldu. 1921’deki üçüncü kongre kadın sorununu derinlemesine tartıştı ve “Komünist Parti Kadınları Arasında Çalışma Yöntemleri ve Biçimleri: Tezler” adlı kararı kabul etti. Enternasyonal’in şubelerinin kadınları örgütlemek için nasıl çalışması gerektiğini ayrıntılı olarak anlatıyor, çünkü her şeyden önce kadınlar komünizm mücadelesinde çok önemlidir deniyordu.
“Komünist Enternasyonal’in III. Kongresi, kadın proletaryanın ve yarı proleter kadınların geniş kitlelerinin aktif katılımı olmadan proletaryanın ne iktidarı ele geçirebileceğini ne de komünizmi gerçekleştirebileceğini savunuyor.”
Ancak aynı zamanda kadınların kurtuluşu mücadelesi ancak Komünizm mücadelesinin bir parçası olarak gerçekleştirilebilirdi.
”Aynı zamanda Kongre, tüm kadınların dikkatini bir kez daha, Komünist Parti’nin kadınların kurtuluşuna götüren tüm projelere desteği olmadan, kadın haklarının eşit insanlar olarak tanınmasının ve gerçek kurtuluşunun olamayacağına dikkat çekiyor.” (Komünist Parti Kadınları Arasında Çalışma Yöntemleri ve Biçimleri: Tezler, Komintern Üçüncü Kongresi)
Kadınlar, ayrı kadın hareketleri içinde değil, Komünist hareketin bir parçası olarak örgütlenmeliydi.
“Komünist Enternasyonal’in Üçüncü Kongresi, devrimci Marksizmin” özel “bir kadın sorunu olmadığı, özel bir kadın hareketi olmaması ve çalışan kadınlar ile burjuva feminizmi arasında herhangi bir ittifak olmaması şeklindeki temel konumunu desteklemektedir. Sosyal uzlaşmacıların ve oportünistlerin [reformist partilerin] kararsız veya açıkça sağcı taktiklerine destek, proletarya güçlerinin zayıflamasına yol açacak ve böylece kadınların tam özgürleşmesinin vaktini geciktirecektir.
“Komünist bir toplum, farklı sınıflardan kadınların birleşik çabalarıyla değil, tüm sömürülenlerin birleşik mücadelesiyle kazanılacaktır.” (Komünist Parti Kadınları Arasında Çalışma Yöntemleri ve Biçimleri: Tezler, Komintern Üçüncü Kongresi)
Ancak Kongre, “kadınlar arasında özel çalışma yöntemlerinin gerekli olduğunu” ve tüm Komünist Partilerin bu iş için özel bir aygıt kurması gerektiğini kabul ediyor. Partideki her seviyedeki kadın çalışmaları için özel organlar kurulmalı ve bu kadın organlarının temsilcileri aynı örgütsel düzeydeki liderlik komitelerine katılma hakkına sahipti, yani yerel, bölgesel, ulusal (halihazırda bu organın üyeleri değilse bile). Örneğin, ulusal sorumluluğu olan kadın departmanı liderinin, tam üye olmasa bile, Merkez Komite toplantılarına katılma ve kadınların işiyle ilgili diğer tüm sorunlar ve konularda oy kullanma hakkına sahip olduğunu söyler.
Kadınlar arasında çalışmak için bu özel organlar, başka şeylerin yanı sıra, “erkek proletarya kitlesinin kadınlara karşı önyargılarıyla mücadele etmek ve çalışan erkek ve kadınların ortak çıkarları olduğu konusundaki farkındalıklarını artırmak” görevini üstleniyorlardı. Ve ayrıca “geleneğin gücüne, burjuva örf ve dinsel fikirlere karşı iyi planlanmış bir mücadele yürütmek, cinsiyetler arasında daha sağlıklı ve daha uyumlu ilişkilerin önünü açmak, çalışan insanların fiziksel ve ahlaki canlılığını garanti altına almak” görevini. (Komünist Parti Kadınları Arasında Çalışma Yöntemleri ve Biçimleri: Tezler, Komintern Üçüncü Kongresi)
Kadınlar arasında çalışmanın yöntemi, “eylem yoluyla ajitasyon ve propaganda” idi, bu da “her şeyden önce çalışan kadınları öz faaliyete teşvik etmek, kendi yetenekleri hakkında sahip oldukları şüpheleri gidermek ve onları mücadeleye veya inşa alanında pratik çalışmaya çekmek” anlamına geliyordu.” (Komünist Parti Kadınları Arasında Çalışma Yöntemleri ve Biçimleri: Tezler, Komintern Üçüncü Kongresi)
Ancak kararlar bir şeydir; bunları uygulamaya koymak başka bir şey. Lenin, Clara Zetkin ile yaptığı bir sohbette, ulusal bölümlerin birçoğunun bu işe karşı özensiz bir tutum sergilediğine inandığını ifade etti:
“Kadınlar arasında ajitasyon ve propagandayı ve onları harekete geçirme ve devrim yapma görevini ikincil öneme sahip, sadece kadın-komünistlerin işi olarak görüyorlar. İkincisi, mesele daha hızlı ve güçlü bir şekilde ilerlemediği için azarlanıyor. Bu yanlış, temelde yanlış! Bu düpedüz ayrılıktır. Fransızların dediği gibi, kadın eşitliği tersine döndü. Ulusal seksiyonlarımızın yanlış tavrının temelinde ne var? (Sovyet Rusya’dan bahsetmiyorum.) Son tahlilde, bu kadınların ve onların başarılarının küçümsenmesidir. İşte olan bu! Emin olmak için, kadınlarla ilgili zihniyetleri gibi hassas noktaları kaşımalısınız. Söylemeye gerek yok ki, tüm ev işlerini ve çocuklarının bakımını kiralık yardıma bırakan burjuva kadınlardan bahsetmiyorum. Söylediklerim, günü fabrikada geçirip para kazansalar bile, işçilerin eşleri de dahil olmak üzere kadınların büyük çoğunluğu için geçerli.
“Çok az koca, proleterler bile, karılarının yüklerini ve endişelerini ne kadar hafifletebileceklerini ya da bu ‘kadının işine’ yardım ederlerse onları tamamen rahatlatabileceklerini düşünüyor. Ama hayır, bu “kocanın ayrıcalığına ve haysiyetine” aykırıdır. Kocalar dinlenmeyi ve rahatlamayı ister. Kadının ev hayatı, binlerce önemsiz şeye günlük bir fedakarlıktır. Kocasının, efendisinin ve efendisinin eski hakları fark edilmeden hayatta kalır. Nesnel olarak, köle intikamını alır. Ayrıca gizli formda. Geri kalmışlığı ve kocasının devrimci ideallerini anlamaması, savaşma kararlılığı üzerinde savaşan ruhuna bir engel teşkil ediyor. Yavaş ama emin adımlarla, fark edilmeden kemiren ve zayıflatan minik solucanlar gibidirler. İşçilerin hayatını biliyorum, sadece kitaplardan değil. Kadın kitleleri arasındaki komünist çalışmamız ve genel olarak politik çalışmamız, erkekler arasında hatırı sayılır eğitimsel çalışmaları içerir. Hem Parti içinde hem de kitleler arasında eski köle sahibinin bakış açısını kökten çıkarmalıyız. Bu bizim siyasi görevlerimizden biri, çalışan kadınlar arasında Parti çalışmaları için kapsamlı teorik ve pratik eğitim almış erkek ve kadın yoldaşlardan oluşan bir kadronun oluşturulması kadar acilen gerekli bir görev. ” (Kadın sorusuna Lenin, Clara Zetkin)
Ekonominin Kamulaştırılması
Lenin burada, Üçüncü Enternasyonal’e bağlı olan kitlesel Komünist partilerin aktivistlerine seslenen Sovyet devletinin bir lideri olarak konuşuyordu. Bununla birlikte, aynı zamanda, cinsiyetler arası ilişkiler açısından ilerlemek için, yeni toplumun sözlerden eylemlere geçmesine izin verecek maddi koşulları yaratmanın da gerekli olduğunun bilincindeydi. İkisi birlikte gitti ve ayrılamadı.
Rusya’daki yeni Sovyet rejimi kanun önünde eşitlik yaratmıştı, ancak bu kendi başına gerçek eşitliğe götürmedi. Ekonominin kamulaştırılmasıyla, üretim araçlarının geliştirilmesinin temelleri atıldı, böylece ev işleri toplumsallaştırılabildi ve kadınların çifte yükü ortadan kaldırıldı. Uzun vadede, üretim araçlarının gelişmesi, tüm eşitsizlik ve baskının maddi temelinin ortadan kalkacağı anlamına gelecektir.
“Dünyadaki hiçbir parti ya da devrim, Sovyet Bolşevik devriminin yaptığı gibi, kadınlara yönelik baskı ve eşitsizliğin köklerine bu kadar derinden vurmayı hayal etmedi. Burada, Sovyet Rusya’da, kanun altında kadın erkek eşitsizliğine dair hiçbir iz kalmadı. Sovyet iktidarı, özellikle evlilik ve aile yasalarındaki iğrenç, temel ve ikiyüzlü eşitsizliği ve çocuklarla ilgili eşitsizliği ortadan kaldırdı.
“Bu, kadının kurtuluşundaki ilk adımdır. Ancak en demokratik olanlar da dahil hiçbir burjuva cumhuriyet, bu ilk adımı bile atmaya cesaret edemedi. Nedeni, “kutsal” özel mülkiyete duyulan hayranlıktır.
“İkinci ve en önemli adım, toprak ve fabrikaların özel mülkiyetinin kaldırılmasıdır. Bu ve tek başına, kadının tam ve fiili özgürleşmesine, küçük bireysel temizlik hizmetlerinden büyük ölçekli sosyalleştirilmiş ev hizmetlerine geçiş yoluyla ‘ev esaretinden’ kurtulmasına giden yolu açar.
“Bu geçiş zor bir geçiş, çünkü en köklü, inatçı, gizli ve katı” düzenin “yeniden biçimlendirilmesini içeriyor (ahlaksızlık ve barbarlık gerçeğe daha yakın olurdu). Ama geçiş başladı, hareket başlatıldı, biz yeni yolu seçtik. ” (Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü 1921, V.I. Lenin)
Yeni Sovyet rejimi, ev işlerini sosyalleştirmeyi, yani hane halklarına emanet edilen, genellikle kadınların omuzlarına düşen tüm görevleri kaldırmayı ve bunları toplumun görevlerine dönüştürmeyi amaçlıyordu. Kreşler, anaokulları, aşevleri, umumi çamaşırhaneler vb. inşa edilecekti. Bu aynı zamanda ailedeki bir değişikliğin maddi temelini de oluşturacaktır. Aile artık ekonomik bir birim olmayacak ve insan ilişkilerini bozan ekonomik baskılar gibi tüm bağlar, çiftlerin dış baskılar nedeniyle değil, istedikleri için bir arada kalabilecekleri şekilde ortadan kalkacaktı.
Lenin ile birlikte Rus Devrimi’nin başında yer alan Troçki, genç Sovyet iktidarı için görevin ne olduğunu açıkladı:
“Yeni yaşamın ve yeni ailenin koşullarına yönelik fiziksel hazırlıklar, yine temelde sosyalist inşanın genel işinden ayrılamaz. Çocukların kamusal eğitimi ve ailenin mutfak ve çamaşırhane yükünden kurtarılmasıyla ciddi bir şekilde mücadele edilebilmesi için işçi devleti daha zengin olmalıdır.
“Bir bütün olarak ekonomimizde belirgin bir iyileşme olmaksızın, aile ev idaresinin sosyalleşmesi ve çocukların toplumsal eğitimi düşünülemez. Daha sosyalist ekonomik formlara ihtiyacımız var. Ancak bu koşullar altında aileyi, artık onu baskı altına alan ve parçalayan işlev ve kaygılardan kurtarabiliriz. Yıkama halka açık bir çamaşırhanede, yemek halka açık bir restoranda, giyim halka açık bir atölyede olmalıdır. Çocuklar, iş için gerçek bir mesleği olan iyi kamu öğretmenleri tarafından eğitilmelidir.
“O zaman karı koca arasındaki bağ, dışsal ve tesadüfi her şeyden kurtulacak ve biri diğerinin hayatını emmeyi bırakacaktır. Gerçek eşitlik sonunda kurulacaktır. Bağ, karşılıklı bağlanmaya bağlı olacaktır. Ve özellikle bu nedenle, içsel istikrar kazanacak, tabii ki herkes için aynı değil ama kimse için de zorunlu olmadan. ” (Eski Aileden Yeniye, Leon Troçki 1923).
Bolşevik vizyon, ev işlerinin “iş bölümünü” ortadan kaldırmakla kalmadı, aynı zamanda ev işlerinin tamamen ortadan kaldırılmasını da öngördü. İnsanları halka açık restoranlarda yemek yemeye zorlamak anlamında değil, herkesin özgürce dilediği takdirde bunu yapma hakkına sahip olması anlamında.
Marx’ın sözleriyle, insan bilinci sosyal varlık tarafından belirlenir, yani – nihayetinde – düşünceleri, fikirleri vb. belirleyen maddi koşullardır. Üretici güçlerin gelişimi, yeni sosyal normlar yaratmak için gerekliydi:
“Biz Marksistler, bir toplumsal yapının değerinin üretici güçlerin gelişimi tarafından belirlendiğini söylüyoruz. Bu tartışılmaz. Ama soruna karşı taraftan yaklaşmak da mümkün. Üretici güçlerin gelişmesi kendi iyiliği için gerekli değildir. Son tahlilde, üretici güçlerin gelişmesine ihtiyaç vardır, çünkü yeni bir insan kişiliğinin temelini sağlar: bilinçli, yeryüzünde bir efendisi olmadan, gökyüzünde korkudan doğan hayali lordlardan korkmayan. Geçmiş çağların düşünce ve yaratıcılığının yarattığı şeylerin en iyisini kendi içine çeken, diğerleriyle dayanışma içinde ilerleyen, yeni kültürel değerler yaratan, yeni kişisel ve ailevi tavırlar inşa eden, daha yüksek ve asil bir insan kişiliği. Üretici güçlerin gelişimi bizim için değerlidir. Daha yüksek bir insan kişiliğinin maddi ön koşulu olarak üretici güçlerin gelişimi bizim için değerlidir, kendi içine kapalı değil, işbirliğine dayalı, birleştiricidir.
“Bu açıdan bakıldığında, denilebilir ki, muhtemelen önümüzdeki on yıllar boyunca bir insan toplumunun kadına, anneye ve çocuğa karşı tavrıyla değerlendirilmesi mümkün olacaktır – ve bu değerlendirme sadece toplum için değil bireyler için de geçerlidir. ” (Anneliğin korunması ve kültür mücadelesi, Leon Troçki).
Sovyet rejimi bu ev işlerini sosyalleştirme görevine başladı, ancak çok düşük bir seviyeden başladı. Bununla birlikte, devrimden hemen sonra eski egemen sınıfın, yabancı güçlerin desteğiyle yükselip Birinci Dünya Savaşı’nın sonlanmasının ardından gelen şiddetli bir iç savaş başlatması gerçeği bunu daha da zorlaştırdı.
Ekonomi harabeye dönmüştü. Savaştan önce bile Rusya, gelişmiş kapitalist ülkelere kıyasla ekonomik olarak son derece geriydi. Sovyet ekonomisi, ev işini ortadan kaldıracak ve ekonomik bir birim olarak ailenin yerini alacak kadar gelişmiş değildi. Bolşevikler yalnızca siyasi haklar verebilir ve ekonomik niyet beyanları yayınlayabilirlerdi. Devrimin ilk yıllarında, tüm enerjinin insanların açlıktan ölmemesi için yönlendirilmesi gerekiyordu.
1936’da Troçki, süreci şu şekilde tanımladı:
“Ekim Devrimi kadınlara verdiği sözleri dürüstlükle yerine getirmiştir. Genç hükümet yalnızca erkeklere tanınan siyasal ve yasal hakların tümünü kadınlara da tanımakla kalmamış, daha da önemlisi, kadınların ekonomi ve kültürün her alanına girmesini sağlamak için elinden geleni, en azından başka bir hükümetle karşılaştırılamayacak kadar fazlasıyla yapmıştır. Ne var ki “her şeye kadir” Britanya parlamentosunun yaptığı kadar, cüretli bir devrimin bile, bir kadını bir erkeğe dönüştürecek, daha doğrusu gebelik, doğum, emzirme ve çocuk bakımı yüklerini erkekle kadın arasında eşit olarak paylaştıracak gücü yoktur. Devrim, emekçi sınıfların kadınlarının çocukluktan ölüme kadar mutfakta çalıştığı o arkaik, tıkalı ve durağan kurumu - sözde “aile ocağını” yıkmak için kahramanca bir çaba sarf etti. Kendi içine kapalı küçük bir işletme olarak görülen ailenin yerini, doğumevleri, kreşler, yuvalar, okullar, toplu yemekhane ve çamaşırhaneler, ilkyardım merkezleri, hastaneler, sanatoryumlar, spor tesisleri, sinema salonları, tiyatrolardan vb oluşan gelişkin bir sosyal bakım ve hizmetler sistemi alacaktı. Ailenin ekonomik işlevlerinin tümüyle sosyalist toplumun kurumları tarafından üstlenilmesi, farklı kuşakları dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma içinde birleştirerek, kadının, dolayısıyla çiftin, binlerce yıllık zincirlerinden kurtulmasını sağlayacaktı. Bu devasa sorun bugüne dek çözülememiştir ve çözülemediği sürece de kırk milyon Sovyet ailesi, büyük çoğunluğuyla, orta çağ geleneklerinin sürdüğü, kadınların köleleştirilip histeriye boğulduğu, çocukların ve kadınların günbegün aşağılandığı, çocukça batıl inançların kol gezdiği yerler olmaya devam edecektir. Bu konuda hiçbir yanılsamaya kapılmamak gerekir. Tam da bu nedenle Sovyetler Birliğinde ailenin statüsünde birbirinin peşi sıra yapılan değişiklikler, Sovyet toplumunun gerçek doğasını ve yönetici tabakaların evrimini her şeyden iyi ortaya koymaktadır.
“Eski aileyi bir çırpıda yıkmanın mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Bunun nedeni ne iyi niyet eksikliğidir ne de ailenin insanların yüreğine kazınmış olması. Tersine, hükümete ve onun kreşlerine, yuvalarına ve benzer kurumlarına karşı duyulan kısa bir güvensizlik döneminden sonra işçi kadınlar ve onların ardından görece ileri köylü kadınlar, çocukların kolektif bakımının ve aile ekonomisinin toplumsallaşmasının sağladığı muazzam yararları takdir etmişlerdir. Ama ne yazık ki toplumun fazlasıyla yoksul ve uygarlıktan uzak olduğu ortaya çıkmıştır. Devletin mevcut kaynakları Komünist Partinin planlarına ve amaçlarına denk düşmüyordu. Aileyi “yıkmak” mümkün değildir; onun yerine başka bir şey koymak gerekir. “Genelleşmiş sefalet” temelinde kadınların gerçek kurtuluşunu sağlamak olanaksızdır. Yaşananlar, Marx’ın seksen yıl önce dile getirdiği bu acı hakikati doğrulamıştır. (İhanete Uğrayan Devrim, Bölüm 7, Ailede Thermidor, Leon Trotsky).
Devrimin Yozlaşması
Lenin ve Troçki, daha 1917’de, Rus Devrimi’nin dünya devrimini ateşleyecek kıvılcım olduğunu açıklamıştı. Rusya devrimi ancak başlatabilirdi ama sonuna kadar götüremezdi. Bunun için ülkenin, başta Almanya olmak üzere ileri kapitalist ülkelerdeki teknolojinin ve yetenekli işçi sınıfının yardımına ihtiyacı vardı.
Devrim yayıldı, ancak burada giremeyeceğimiz nedenlerden dolayı yenilgiyle sonuçlandı. Rusya’daki üretim araçları, herkese yetecek kadar gelişmemişti ve bu da Stalin’in önderliğinde bir bürokrasinin kristalleşmesine yol açtı, bürokrasi toplumun üzerine yükseldi ve sonuç olarak devrimin yozlaşmasına yol açtı. Bu siyasi karşı devrim, kadınların statüsünde açıkça ifadesini buldu.
Kadınların durumu, bir toplumun kültürel gelişiminin en hassas barometrelerinden biridir. Stalinizmin yükselişiyle birlikte gerileme ve devrimin kazanımlarının birçoğunun çözülmesi geldi. Yükselen Stalinist bürokrasi, bürokratik siyasi karşı-devrimini gerçekleştirirken sosyal bir temel olarak “eski” burjuva ailesine ihtiyaç duyuyordu.
Stalinist bürokrasi, Sosyalizme ulaşıldığını ilan etti, ancak bu gerçeklerden çok uzaktı: Hâlâ yaygın kıtlıklar vardı ve gerçek maddi eşitsizlik çok canlıydı. Kadınlar, binlerce ev işi nedeniyle hâlâ büyük ölçüde evde mahsurdu. 1930’da Zhenotdel, “kadın sorunu artık Sovyetler Birliği’nde çözüldü” argümanıyla Stalinist bürokrasi tarafından kapatıldı.
Troçki, durumdan çok uzak olunduğunu söyle açıkladı:
”[…] Muhafazakar içgüdüsünün rehberliğinde bürokrasi, ailenin“ parçalanması ”konusunda alarm verdi. Aile yemeğine ve aile çamaşırlarına, yani kadının ev köleliğine methiyeler düzmeye başladı.. Tüm bunların üzerine bir de yetmezmiş gibi bürokrasi, kadınları resmi olarak yük hayvanı statüsüne geri döndürerek kürtaj için cezai cezayı geri getirdi. Komünizmin ABC’si ile tam bir çelişki içinde, yönetici kast, böylece sınıf sisteminin en gerici ve cahil çekirdeğini, yani küçük-burjuva ailesini restore etti”. (Kadınlara ve aileye Önsöz, Leon Troçki’de alıntılanmıştır)
Stalin ve bürokrasi, toplumun çekirdeği olan aileye karşı eski burjuva tutumunu yeniden gündeme getirdi ve kadının annelik rolünü vurguladı. Boşanma daha zor ve pahalı hale getirilerek bürokrasiye ayrılmış ve çok çocuğu olan ailelere ödüller takdim edilmiştir. Çocuk bakımı için çalışma saatleri çalışma gününe denk gelecek şekilde kısaltıldı. Bürokrasi, okullarda ayrı bir eğitim başlattı ve kızlara, onları ev hanımı rollerine hazırlamak için özel “kızların dersleri” öğretildi.
1936’da kürtaj yasadışı hale getirildi. Popüler bir girişim değildi ve Sovyetler Birliği’ndeki diktatörlük rejimine rağmen basında eleştiriler çıktı. Ancak Stalinist rejim, anneliğin mutluluğunu öven bir karşı kampanyayla karşılık verdi ve kürtaj yasağına yönelik eleştiriyi Sovyet iktidarının kendisine yönelik eleştirilerle eşitledi:
“Büyük bir basın kampanyası, anneliğin sevincini Sovyet iktidarının faydalarıyla ilişkilendirdi. “Çocuğu olmayan bir kadın, yaşamın tüm neşesini bilmediği için merhametimizi hak eder. Dünyanın en özgür ülkesinin safkan vatandaşları olan Sovyet kadınlarımıza anneliğin mutluluğu verildi. ” Ailenin ve evlilikteki istikrarın idealleştirilmesi ve kadınlığın annelikle yakın ilişkisinin, toplumsal bir suç olarak cinsel sapkınlığın bastırılması olarak bir karşılığı vardı. ” (Sovyet Toplumunda Kadınlar, s. 112)
Fahişeler, Bolşeviklerin yalnızca genelev sahiplerini tutuklama ve fahişe satın alan erkekleri ifşa etme ve fahişelere üretken çalışmaya gönüllü giriş teklif etme şeklindeki eski politikasına karşıt olarak tutuklandı. 1933’te, eşcinsellik bir kez daha suç sayıldı ve önceki 1922 yasası, en fazla beş yıl ağır çalışma cezasıyla bozuldu. Stalinist propaganda, eşcinselliği hem eski yönetici sınıfla hem de faşizmle birleştirerek gerici çöküşle eşitledi. Bu gerileme aynı zamanda ulusal Komünist Partilere de sıçradı.
Yine De İlerleme
Stalinizmin yükselişi, kadınlar için şiddetli sonuçları olan muazzam bir sosyal gerileme anlamına geliyordu. Ancak aynı zamanda 1928’de Sovyetler Birliği’nde uygulamaya konulan ilk beş yıllık planlar ekonomik ilerlemeye yol açtı, bu da kadınların daha büyük ölçekte işgücüne çekilmesi ve eğitim, kreş ve benzeri konularda bir miktar ilerleme kaydedilmesi anlamına geliyordu. Stalin’in ölümünden sonra, II.Dünya Savaşı’ndan sonra devam eden ekonomik büyüme, daha fazla maddi ilerleme sağladı.
Kadınların ortalama yaşam süresi Çarlık döneminde 30 yıldan 1970’lerde 74’e çıktı. Hamile kadınlara doğumdan önce ve sonra 56 gün tam ücretli doğum izni ile daha hafif işe geçme hakkı verildi. 1970 yılında kadınlara gece çalışması ve yer altı çalışması yasaklandı. Bebek ölümleri yüzde 90 azaldı.
1917’de yeni Sovyet rejimi kreşler inşa etmeyi planlamıştı, ancak işe başlamak için gerekli maddi kaynaklara sahip değildi. İşin gerçekten başladığı çok sayıda kadının sektöre girdiği ilk beş yıllık planla oldu. 1927-1932 yılları arasında kreş sayısı 2.155’ten 19.611’e yükseldi. Ve 1960’a gelindiğinde, sürekli kreşlerde 4,4 milyon çocukla devasa bir büyüme gerçekleşti ve 1976’da bu 12 milyona çıktı. (Sovyet toplumunda kadınlar, s.131)
Eğitim seviyeleri, özellikle 1930’dan itibaren genel olarak arttı. Örneğin, ortaokul düzeyinde (5-7. Sınıf) kayıtlı olan kadın oranı 1926’da yüzde 10’dan 1939’da yüzde 65’e ve 1958’de yüzde 97’ye yükseldi. Yüksek öğrenimde kadınların oranı 1927’de yüzde 28’den 1960’ta yüzde 43’e ve 1970’te yüzde 49’a yükseldi. Dünyada kadınların yüksek öğretimde yüzde 40’ın üzerinde olduğu diğer ülkeler yalnızca Finlandiya, Fransa, İsveç ve ABD idi. (Sovyet Toplumunda Kadınlar, s. 148) 1950’de, bilimsel doktorası olan 600 kadın vardı; 1984’te bu sayı 5.600’e çıktı!
Kadınların eğitim modeli, belirli alanlarda toplumsal cinsiyet kalıp yargılarında belirli bir kopuşu yansıtıyordu. Geleneksel olarak eğitim ve sağlık gibi “kadın” alanları Rus kadınları arasında da yüksekti, ancak araştırma ve endüstri mühendisliğinde de çok sayıda kadın vardı, bu da Sovyetler Birliği’ndeki kadınların eğitim modellerini Batı’dakilerden önemli ölçüde ayırıyor. 1959’da kadınların üçte biri farklı kadın mesleklerinde çalışırken, 1970’teki rakam yüzde 55’e yükselmişti. O zamanlar hemşirelerin yüzde 98’i kadındı ve öğretmenlerin yüzde 75’i, kütüphanecilerin yüzde 95’i ve doktorların yüzde 75’i.
Mücadele Bugün Devam Ediyor
Lenin, “kadınların katılımı olmadan bir devrimin imkânsız olduğuna” dair kesin bir inanca sahipti. Rus Devrimi, kadınların devrimci potansiyelini tam olarak gösterdi. Rus kadınları devrimi sadece başlatmadı, aynı zamanda devrimde aktif rol aldı.
Ekim Devrimi’nden önce, Rus işçilerini Bolşevizm bayrağı altında örgütlemek için yıllarca sabırlı bir çalışma vardı. Bolşevikler, kadınların kurtuluşunun ancak Komünist bir toplum için mücadelede işçi sınıfı kurtuluşunun bir parçası olabileceğinde ısrar ettiler. Bolşevik Parti, mücadeleleri cinsiyet, din, milliyet vb. ayrımlarının karşısında sınıf temelinde birleştirmeyi başardı. Ancak bu şekilde, işçilerin çoğunluğunu Ekim 1917’de kazanabildiler.
Ekim Devrimi, Rus kadınları için ileriye doğru büyük bir adımdı. Devrim, kadınların kurtuluşunun bir ön koşuluydu ama kendi başına bütün sorunları çözemedi. Kadınları ev köleliğinden kurtarma, onları toplumun eşit bir parçası haline getirme, önyargıları ortadan kaldırma ve eğitim ve bilinç düzeyini geliştirme görevini başlattı.
Ancak ülkenin ekonomik geriliği nedeniyle Bolşevikler göreve ancak başlayabildiler, sonuna kadar taşıyamadılar. Bugün bu açılardan çok daha güçlü bir durumdayız. Teknolojik gelişmeler Bolşeviklerin hayal bile edemeyeceği harikalar yarattı: çamaşır makineleri, bulaşık makineleri, robot elektrikli süpürgeler vb. Ve bu bile, kapitalizmin beraberinde getirdiği muazzam israf yerine, kaynaklar, gezegeni on kez yok edebilecek silahların üretilmesi için atılan muazzam kaynaklar da dahil olmak üzere, toplumsal olarak faydalı teknikler geliştirmek için kullanılsaydı geliştirilebilecek olanlarla karşılaştırıldığında hiçbir şey değil.
Bugün, kemer sıkma, baskı, cinsiyetçilik ve ırkçılığı protesto etmek için gençlerin ve işçilerin tekrar sokaklara döküldüğünü görüyoruz. Polonya’da kadın örgütleri, hükümetin kürtaj yasalarını ciddi şekilde sınırlandırma planlarını durdurmak için gösteriler ve grevler düzenliyor. ABD’de Trump, cinsiyetçiliğini ve kadın düşmanı politikasını protesto eden milyonlarca kızgın kadın ve erkek tarafından karşılandı. Bu yıl 8 Mart’ta Madrid’deki okyanus gösterisi gibi büyük seferberlikler de gördük.
Kadınlar toplumsal mücadelelere dahil oluyor ve kadınların ezilmesi sorunu on yıllardır görmediğimiz bir ölçüde gündemde. Cinsiyetçilik ve kadınlara yönelik baskı, kapitalizmin ayrılmaz bir parçasıdır ve ancak sistemin kökünden sökülmesiyle ortadan kaldırılabilir. Sosyalist bir devrim, kadınların kurtuluşunun ön koşuludur.
Rus devrimi ve Rus kadınlarının devrimci enerjisi, sosyalist bir devrim için seferber edilebilecek güçlü cesaret ve kararlılık rezervlerini gösteriyor. Bolşevikler, 1917’de kadınların özgürleşmesi görevine başladı. Bitirmek ise bize kalmış.
[Not: Elisabetta Rossi'nin 8 Mart 2004 tarihli Rus Devrimi'nden önce ve sonra Rusya'da Kadınların Kurtuluşu'ndan doğrudan alıntı yapmamış olmama rağmen, onu dönemle ilgili çok yararlı bir kaynak buldum ve bu makale ye bağlantılı olarak okumanızı tavsiye ederim.]