2500 Filistinlinin ve 700’den fazla İsraillinin öldürüldüğü iki buçuk yıllık umutsuz bir ayaklanmanın ardından, Filistin kapitalistleri ve küçük-burjuvazisi, ABD ve İsrail egemenleri önünde yerlerde sürünüyorlar. Marksistlerin daima öngördüğü gibi, tarih bireysel terör yöntemlerinin sadece yenilgiye yol açacağını bir kez daha kanıtladı.
ABD başkanı barbar prens George W. Bush ve onun hizmetkârları olan, seçilmeden iktidara gelmiş en sevilmeyen Filistin başbakanı Mahmud Abbas ile İsrail başbakanı kasap Ariel Şaron, Ürdün Akabe’de gerçekleştirdikleri zirve toplantısını, Filistin muhalefetine karşı devlet terörüne başvurma konusunda fikir birliğine vararak geçtiğimiz Çarşamba günü sonlandırdılar. Kapitalist sınıfa ucuz emek sağlayan mini bir bağımsız Filistin devleti anlamına gelen “demokratik bağımsız bir devlet”ten söz ettiler.
Mahmud Abbas (Ebu Mazen olarak da bilinir), konuşması sırasında, “nerede olurlarsa olsun” İsraillilere karşı –böylece yalnızca İsrail’in gerçek sakinlerine karşı değil, paramiliter bir milis olarak hareket eden silahlı yerleşimcilere karşı da– “askeri İntifada”yı sona erdireceği sözünü verdi.
“İntifada’nın askerileştirilmesini sona erdirmek için her türlü çabayı göstereceğiz. Silahlı İntifada sona ermeli ve amaçlarımıza ulaşmak için barışçıl araçlara başvurmalıyız” diyen Mahmud Abbas, Filistinlilerin “Yahudilerin tarih boyunca çektikleri acıları gözardı etmediklerini, artık bu acılara son verme zamanının geldiğini” ekledi.
Konuşmasını yapana kadar Şaron’un terör ile yerleşimler arasındaki denklemi kabul edeceği umuluyordu. Fakat bugünkü konuşmasında, asıl görevinin Siyonist efsaneye göre Yahudilerin beşiği olan İsrail’in güvenliği için çalışmak olduğunu vurguladı. Sanki eski çağdaki Yahudilerle Avrupa Yahudileri aynıymış gibi. Ayrıca şunu da söyledi: “terörle uzlaşma olamaz. İsrail’in çıkarı Filistinlileri yönetmek değil, Filistinlilerin kendi kendilerini kendi devletleri içinde yönetmelerindedir. İsrail’le tümüyle barış içinde bir demokratik Filistin devleti”. Hatta bu devletin rolünü de açıkladı: “Bu devlet bir Yahudi devleti olarak İsrail’in uzun erimli güvenliğini ve refahını arttıracaktır.” “Yaşayabilir bir Filistin devleti için Batı Şeria’da toprak sürekliliğinin önemini anladığımız konusunda Filistinli partnerlerimize yeniden güvence de verebiliriz” diye ekledi. Diğer bir deyişle Şaron da Ebu Mazen gibi yerleşimciler konusundan kaçındı, 1948’de İsrail tarafından sürülen Filistinli mültecilere ilişkin tek bir söz söylemedi.
Açıklamalar turunu kapatırken Bush Şaron’un arkasında durdu ve “canlı bir Yahudi devleti” olan İsrail’in güvenliğinden kendisinin ve bir bütün olarak Amerika’nın sorumlu olduğunu ilan etti. Demokratik bir Filistin devletine atıfta bulunduktan sonra, bu devletin rolüne ilişkin niyetlerini açıkladı: “Hükümetim yeniden yapılandırılmış yeni bir Filistin güvenlik servisi için eğitim ve destek sağlayacaktır, ve büyükelçi John Wolf’un önderliğinde bir ekip görevlendireceğiz.”
Bu ayan beyan şovla, ABD ve İsrail’in Filistin burjuvazisine itimat edeceği ve Orta Doğu’da ABD ve İsrail egemenliğine karşı çıkanlarla savaşmak için onu silahlandıracağı mesajı verilmektedir.
Büyük medyada neredeyse hiç değinilmemesine rağmen, Şarm el-Şeik’de beş Arap yöneticisiyle gerçekleştirilen tartışmaların büyük bir kısmı, tamamen ABD tarafından kontrol edilen yeni bir Irak hükümeti için onay almayı amaçlıyordu. Yalnızca beş Arap devleti oradaydı. Filistinli mültecilerin geri dönme hakkı konusunda ısrar eden Suriye ve Lübnan yoktu. Bunlar zirveye kasten davet edilmediler. Bir Mısır kaynağına göre, Mübarek Bush’a zirve toplantısının bileşiminin “Arapları utandırdığı”nı açıkladı. “İnsanlar Arap dünyasını nasıl ikiye böldüğümüzü konuşuyor. Sizinle toplantıya katılanlar ve sizin boykot ettikleriniz, tehdit ettikleriniz ve bir golf arabası içinde sizinle birlikte gidenler.” (belki de demek istediği, “soymak istedikleriniz ve sizin golf arabanızı itenler” idi.)
Aynı zamanda, Araplar ve Yahudiler gibi Orta Doğu halklarının tamamı da bu zirvenin sonucunun barış olmayacağını biliyorlar. İsrail’de yapılan bir kamuoyu araştırması, İsrail’deki Yahudi halkın açık çoğunluğunun barış fikrini desteklemesine rağmen, daha büyük çoğunluğun, planın İsrail-Filistin çatışmasına bir çözüm getirmeyeceğine inanma eğiliminde olduğunu gösteriyor. Geçtiğimiz Çarşamba günü yayınlanan anket, Yahudi halkının açık bir çoğunluğunun “yol haritası”nı desteklerken, daha büyük bir çoğunluğun planın sonuçları konusunda fazla umutlu görünmediğini ortaya koydu. “Yol haritasının 2005’te ya da ona yakın bir dönemde İsrail-Filistin çatışmasının tam ve nihai çözümü hedefine ulaşacağına inanıyor musunuz?” sorusunu yanıtlayanların %32’si buna inandığını, %66’sı ise inanmadığını söylemiş.
Arap ülkelerindeki halkın geneli daha da şüphecidir. Onlar üzgün ve öfkeliler. Bunun bir göstergesi, en kötü ihtimal için hazırlık yapan ve Akabe’nin her yerinde büyük bir asker ve polis gücü bulunduran Ürdün kralıydı.
İsrail’deki sol ve Liberal Siyonistler Şaron’a teslim olmuşlardır. Siyonist İşçi Partisinin eski lideri Mizna, geçenlerde, barışı ancak sağ bir hükümetin yapabileceğini söyledi. Bu Siyonist solcular, Şaron’un bizzat seçim kampanyasında söylediklerine (yani “ancak Şaron bunu yapabilir” sloganına) inandıkları izlenimini yaratmaya çalışıyorlar.
Yol haritası, ilk aşamanın parçası olarak, İsrail hükümetinin “2001 Martından bu yana inşa ettiği ileri karakol yerleşimlerini derhal boşaltacağını” ve “bütün yerleşim etkinliklerini donduracağını (yerleşimlerin doğal büyümesi de dahil)” ifade ediyor. Bu, sağ için kritik önemdedir.
Şaron’un yol haritasını kabul etmesinin doğrudan sonucu, onu “hain” ilan eden seslerin ortaya çıkmasıydı. Bu söz, Rabin suikastını önceleyen fırtınalı haftalarda aşırı sağ çevrelerde geniş ölçüde yaygınlık kazandığı için karanlık bir anlam taşımaktadır. Suikast öncesi dönemin başka bir hatırlatıcısı da, dinci militan Yigal Amir tarafından Rabin’e suikast yapılmadan tam bir ay önce hükümete karşı kin dolu büyük bir mitingin yapıldığı Kudüs’ün Siyon meydanında, Akabe zirvesinden birkaç saat sonrası için kitlesel bir sağ protesto gerçekleştirilmesinin planlanmasıydı.
Haaretz yorumcusu Daniel Ben Simon, sağdaki öfkenin yıllardır görülmedik boyutlara ulaştığını söylüyor. “Yerleşimcilerin ve sağın Rabin döneminden beri bu kadar çok sarsıldığını ve kışkırtıldığını hatırlamıyorum.” Rabin karşıtı öfke ile şu anki Şaron karşıtı öfke arasındaki en önemli farkın şu olduğuna inanıyor Ben Simon: “Sağ, Rabin’i, yaptığı her şeyi laik ve solcu biri olarak yaptığı ve bu yüzden Yahudi mirasına ihanet eden biri olduğu kanısıyla hain olarak gördü. Rabin’den yalnızca Siyonist solcu ve ‘geleneği lekeleyen’ biri olduğu için değil, onların özdeşleşemedikleri yeni bir İsrail’i temsil ettiği için nefret etti.” Şimdi sorun, Şaron’un onlardan biri olarak görülmesidir. Gerçeklikten o derece kopmuşlardır ki, bunun cidden bir ihanet olduğuna ve Şaron’un Yahuda İskariot[1] olduğunun ortaya çıktığına inanıyorlar.
Hafta sonunda, olası şiddet tehdidi, dolaylı ama meşum bir tarzda kabine bakanı Avigdor Lieberman tarafından dile getirildi. Lieberman, aşırı sağcı Ulusal Birlik bloğunun lideridir ve Batı Şeria yerleşimi Nokdim’de yaşamaktadır. Bir televizyon röportajında Lieberman, yerlerinden edilen yerleşimcilerin İsrail’de sinirleri çok hassas hale getirdiği, bu adımın bir iç savaşın kıvılcımlarını çakabileceği tehdidinde bulundu. Gerilimi daha da arttıracak şekilde, yerleşimlerdeki hahamların, “kudret sahibinin düşüşü” ifadesini içeren bir açıklamayla Şaron’u işaret ettikleri belirtilmektedir. Yorumcular bunu cenaze törenlerindeki methiye konuşmalarına benzetmişlerdir.
Nablus bölgesi Har Bracha yerleşimi hahamı ve uzlaşmaz çizgideki Yeşa (Batı Şeria ve Gazze Şeridi) Hahamlar Komitesinin eski bir başkanının oğlu olan Eliezer Melamed, bir iç savaş ihtimalinin bulunduğunu söyledi. Melamed, “Açıktır ki, insanları incittiğiniz zaman çetin sorunlar doğabilir” diye ekledi. Şaron’un hain olarak damgalanmasına ilişkin bir soruya Melamed, “bu oldukça sert bir ifade, fakat doğruluk payı da var” diye yanıt verdi.
Birçok yönden faşizan nitelikler taşıyan sağ kanadı, hem Likud hem de İşçi Partili Siyonistler yarattılar. Burada Golem’in[2] bir kez daha ayağa kalkışını görüyoruz.
Filistin militan örgütleri Hamas ve İslami Cihad, bu zirvenin gerçek amacının onlara karşı savaş olduğunun tamamen farkındalar ve Filistin başbakanı Mahmud Abbas’tan gelen çağrıya rağmen, Çarşamba günü, asla silahlarını bırakmayacaklarını söyleyerek şu ifadeleri içeren bir açıklama yayınladılar: “Filistin toprağının son santimetresi özgürleşinceye dek silahlarımızı asla bırakmayacağız.” (Reuters’e konuşan üst düzey bir Hamas görevlisi Abdel-Aziz el-Rantisi)
Rantisi’nin açıklaması, üst düzey bir Hamas görevlisinin yaptığı “şayet IDF (İsrail Ordusu) Filistin bölgelerinden aşamalı olarak çekileceği garantisini verseydi, grubun İsraillilere yönelik saldırıları dururdu” açıklamasından sadece bir gün sonra geldi. Gerçek şu ki, Hamas ABD’ye fiiliyatta teslim olunmasına karşı değildir, onların sorunu ABD’nin onları pazarlığa dahil etmeye hazır olmamasıdır.
Hamas görevlisi İsmail Ebu Şanab, ABC televizyonunun “Nihgtline” programına verdiği bir röportajda, Birleşik Devletler’in yol haritası sürecinin sonuçlarına dair Filistinlilere güvence vermesi gerektiğini söyledi. Ebu Şanab, Hamas yol haritasını bir bütün olarak reddetmesine rağmen, ABD’nin sürecin gerçekten bir Filistin devletiyle sonuçlanacağına dair vereceği güvenceleri örgütün hoş karşılayacağını söyledi. “Eğer Amerikalılar İsrail’in onu yıkma çabalarını engellerlerse, yol haritasının başarı şansı olur” diye ekledi.
İsrail Güvenlik Servislerinin başkanı Ya’alon dışında hiç kimse, bu açıklamanın samimiyetini kabul etmedi. Ya’alon Komiteye, Hamas’ın Abbas’ın ve onun yeni hükümetinin terörü geçici olarak durdurma taleplerini kabul etmeye hazır göründüğünü söyledi. Bunu büyük oranda, halk basıncının ve ordunun terörle mücadeledeki başarısı karşısında Hamas’ın kendi zayıflığını kabul etmesinin bir sonucu olarak açıkladı. Hamas liderlerinin, ateşkesin reddedilmesinin Filistin liderliğiyle bir anlaşmazlığa düşülmesiyle sonuçlanabileceğine inandıklarını ve Filistinliler arasında çıkacak bir iç savaşı istemediklerini ifade etti. Köktendincilerin anti-emperyalist olduğuna inanan saf aptallar bundan ibret almalıdırlar.
Ya’alon, ayrıca, Filistin Yönetimi Başkanı Yaser Arafat ve Filistin toprakları dışından gelen terör gruplarını (İran, Şam’daki terörist gruplar ve Hizbullah gibi) destekleyen partiler de dahil olmak üzere, terörü kışkırtmakla ilgilenen partilerin halen var olduğu düşüncesinde olduğunu ekledi. Ancak Filistin Yönetiminin Gazze Şeridi’ndeki terörist örgütlerle mücadele etmeye başladığını gösteren ilk işaretlerin mevcut olduğunu da söyledi.
Aynı şekilde İsrail Askeri İstihbarat Müdürü Aharon “Farkaş” Ze’evi, geçtiğimiz Salı, Arafat’ın aksine Abbas’ın terörizmi durdurmakla ilgilendiğini söyledi. Geçtiğimiz Salı günü Tel Aviv Üniversitesinde konuşan Ze’evi, “o terörü gerçekten durdurmak istiyor” dedi. Ordu Radyosundaki yorum haberlerinde, Ze’evi, Ebu Mazen’in, “Bizim açımızdan İntifada başarısız olmuştur, başarmak istediğimiz şeyi başaramadık ve biz Filistinliler bazı dersler çıkarmalıyız. İntifada içinde mücadeleye devam edeceğiz ama farklı yollarla” demek istediğini ifade etti.
Ze’evi, tersine Arafat’ın, Kudüs’ün başkent olduğu bir Filistin devleti talebi gerçekleşinceye kadar terörün devam etmesini istediğini ekledi. Arafat’ın terörizm istediği açıklaması sadece bir yalandır kuşkusuz. Irak savaşında ABD’yi destekleyerek ödüllendirileceğine inanan Arafat, “kendi halklarına” karşı emperyalistlerle işbirliği yapan diğer liderlerin ondan önce öğrendikleri dersleri zor yollardan öğreniyor. Bir kez gereğini yapmayı başaramayınca o artık istenmeyen adamdır. Fakat bu açıklama aynı zamanda Ebu Mazen’in mültecilerin geri dönme hakkının yanı sıra Kudüs’ten de vazgeçtiğini gösteriyor.
Bu arada, “barış” konuşmasının bir şovdan ibaret olduğunu adeta ispatlarcasına, İsrail Ordu Şefi Moshe Ya’alon, günün erken saatlerinde Knesset (İsrail parlamentosu) komisyonuna Filistin ateşkesinin birkaç gün içinde başlayacağına inandığını söyledi, fakat sadık kalınıp kalınmayacağından emin olmadığını belirterek uyardı. Bunu daha da netleştirmek için, hemen ardından ordu Cenin’de sokağa çıkma yasağı ilan etti.
Washington uzlaşmayı zorlayarak bölgede istikrar kurmayı ümit edebilir. Fakat bunun sonucunun yeni bir devlet terörü dalgası olması ve buna tepki olarak da bireysel terörün artması olasılığı daha yüksektir. Amerikan emperyalistleri şimdi farkına varıyorlar ki, İsrail’de bir yanaşma devlet kurmuş olan Golem her ipi çekildiğinde oynamaz. İsrail egemen sınıfı sadece kendi çıkarlarına sahip olmakla kalmayıp, İsrail hükümeti emperyalist uzlaşmayı kabul ettiği takdirde bir iç savaş tehdidinde bulunan kendi Golem’ini de yaratmıştır.
Yol haritasını açıkça soldan eleştiren tek parti, bu süreci sahte ve yalnızca daha fazla kan dökmeye yol açacak emperyalist bir tertip olarak kınayan –tamamen haklı olarak– İsrail Komünist Partisi-Hadaş’tır. Bu, partinin geçmişte Oslo anlaşmasını desteklerken takındığı pozisyondan çok daha iyi bir pozisyondur! Partinin sağ kanat liderleri, derhal bir bölünmeye yol açacağı için planı desteklemeye cesaret edemiyorlar. Yahudi-Arap şeklinde bir bölünme tehlikesi, aslında emperyalist düzen çerçevesinde iki kapitalist devlet biçimindeki reformist programını sürdürdükçe, partiyi tehdit ediyor. Parti üyelerinin partinin tasfiyesinin önüne geçebilmelerinin tek yolu, onun devrimci köklerine, yani parti Stalin ve cellâtları tarafından ele geçirilmeden önceki fikir ve ilkelere geri dönmesidir.
Bizleri bu hasta ve kanlı bataklıktan kurtarabilecek tek güç, bir Orta Doğu sosyalist federasyonu çerçevesi içinde federe bir sosyalist devlet biçimindeki işçi iktidarı için mücadele eden birleşik işçi sınıfıdır.