Uluslararası Marksist Eğilim’den Alan Woods’un, Türkçe çevirisi Sendika.Org’da yayınlanan “İran Devrimi Başladı” başlıklı makalesi, gerek ülkemizde gerek dünya çapında oldukça ses getirdi. Aynı çizginin Venezüella’daki temsilcileri, Venezüella lideri Hugo Chavez’in İran’daki duruma yönelik değerlendirmelerine yanıt olarak aşağıdaki açıklamayı yaptılar. Açıklamada İran’daki rejimin yapısı ve bugünkü İran hareketinin neden desteklendiği anlatılıyor.
İran’da muhalefet, seçimlerde hile yapıldığını öne sürüyor. Seçim sonuçları sokak gösterileriyle protesto edilirken, hile suçlamalarına emperyalist güçler de destek veriyor. Bu noktada Venezüella’daki bazı devrimcilerin, İran’daki durumla Bolivarcı devrim koşulları arasında bir paralellik kurduğunu görüyoruz: Venezüella’da, emperyalizmin desteklediği karşıdevrimci oligarşi, devrimin seçim zaferini gölgelemek amacıyla “seçimlerin hileli olduğunu” ileri sürerek sokaklarda kaos yaratmaya çalışmıştı (2004 referandumu, 2006 başkanlık seçimleri, 2007 anayasa referandumu vb. sırasında).
Ama böyle bir paralellik gerçeğe denk düşmüyor.
İslam Cumhuriyeti devrimci bir rejim mi?
Öncelikle İslam Cumhuriyeti devrimci bir rejim değil. 1979 İran Devrimi, işçilerin, gençlerin, köylülerin, askerlerin, kadınların vb. aktif olarak katıldığı otantik bir kitle devrimiydi. Şah rejiminin devrilmesinin başlıca etkeni, petrol işçilerinin genel grevi olmuştu. Milyonlarca işçi şuralarda (fabrika komiteleri) örgütlenmiş, fabrikaların denetimini ele geçirmişti (Venezüella’da petrol işçilerinin 2002 Aralık ayında patronların lokavt uygulaması sırasında yaptığı gibi). Milyonlarca İran köylüsü büyük toprak sahiplerinin topraklarını işgal etmişti (Venezüella köylülerinin yaptığı gibi). Öğrenciler üniversiteleri işgal etmiş ve o zamanlar egemen olan elitizme son vermek için, üniversitelerin demokratikleşmesini istemişlerdi. Askerler de şuralarda (konseyler) örgütlenmişti ve orduyu gerici subaylardan temizlemeye çalışıyorlardı. Ezilen uluslar (Kürtler, Araplar, Azeriler vb.) özgürlükleri için mücadele ediyorlardı. İran halkı emperyalizmin boyunduruğunu sarsıyordu.
Ne var ki 1979 ve 1983 yılları arasında, devrim fundamentalist din adamları tarafından ezildi ve İslam Cumhuriyeti güçlenmeye başladı. Köylüler işgal ettikleri topraklardan kovuldular. Fabrika komiteleri tasfiye edildi ve yerini İslami şuralara bıraktı. İşçiler örgütlenme ve grev haklarından yoksun bırakıldı. Halka İslamın özel bir yorumu dayatıldı. Kadın hakları tamamen yok edildi. Halkın çoğunluğuna uygulanan ideolojik baskı zirveye ulaştı.
1979 Devrimi’nin ezilmesi ve saptırılması, Ayetullah Humeyni’nin yönettiği Müslüman din adamlarıyla birleşik bir cephe oluşturabileceğini düşünen sol örgütlerin yanlış politikalarıyla gerçekleşti. Onlar bu yanlışlarının bedelini çok pahalı ödediler. Sola sertçe saldıran İslam Cumhuriyeti, dört yıllık bir süre içerisinde yerini iyice sağlamlaştırdı. Müslüman din adamları bunu yaparken, anti-emperyalist bir maske takınmak zorundaydılar. Amerikan Büyükelçiliği olayını tezgâhladılar ve Irak savaşından ustaca yararlandılar. 1983’de tüm sol partiler yasaklandı (Humeyni’ye desteklerine karşın) ve devrimci, ulusalcı, reformist solun 30 bin kadar militanı idam edildi. Bugünkü İslam Cumhuriyeti’nin başlangıcında bunlar oldu. İran’daki rejim, devrimci değil, tersine devrimi ezerek doğan bir rejim.
Seçimlerde hile olmadı mı?
Bazıları İran’da geçtiğimiz 13 Haziran’da yapılan seçimlerde hile olmadığını öne sürüyor. Oysa hileyi doğrulayan çok sayıda unsur var. Önce her adayın seçimlere katılmak için muhtemelen, 12 din adamından oluşan ve seçilmemiş bir organ olan Muhafızlar Konseyi’nin onayını almış olduğunun altını çizelim.
Tek bir örnek veriyoruz: Ne gösteri yapmaya ne de gösterilere katılmaya çağrı yapmış olan muhafazakâr aday Muhsin Rezai, 80–170 kentte seçimlere katılım oranının resmi kayıtların çok daha üzerinde olduğunu ifade etti! Bu kentlerin hepsinde de Ahmedinejad büyük bir çoğunluk sağlamıştı –oyların yüzde 80 ya da 90’ı. Gösterilerden bir hafta sonra, 21 Haziran’da Muhafızlar Konseyi, hile suçlamalarını kısmen de olsa tanımak zorunda kaldı. Muhafızlar Konseyi adına konuşan Abbas Ali Kethudai “80–170 kentte resmi kayıtlardan daha fazla oy sayısı olduğunu ileri süren adayların verdiği rakamların yanlış” ve “yalnızca 50 kentin sorunlu” olduğunu bildirdi. Daha sonra da “sorunun 3 milyon kişiyi ilgilendirdiğini, bunun da sonucu değiştirmeyeceğini” açıkladı.
Ahmedinejad… Devrimci mi?
1979’ların din adamı Ahmedinejad, kitlelerin desteğini “yoksulların dostu” ve anti-emperyalist bir retorikle kazanmaya çalıştı. Şimdi, Venezüella’daki durumu Ahmedinejad yönetimindeki İran halkının reel durumuyla karşılaştıralım. Venezüella’da devrim, işçilerin militan mücadelesinin ve sendikal örgütlerin güçlü bir gelişmesiyle kendisini gösterdi. Başkan Chavez, işçileri terk edilmiş fabrikaları işgal etmeye ve bu fabrikaların denetimini almaya çağırdı. İranlı işçilerin ne sendikalaşma ne de grev yapma hakları var –ve bu anti-demokratik yasaları dile getirdikleri zaman çok sert baskılarla karşılaşıyorlar. Örneğin Tahran’da 3 bin otobüs şoförü sendika kurmaya giriştiğinde, işveren buna işçileri kitlesel olarak işten çıkararak karşılık verdi. Polis, sendika yöneticilerine saldırmıştı –sendika Genel Sekreteri Ossalou dâhil.
Sanandaj’daki sendika militanları 1 Mayıs 2007’de bir gösteri düzenlemeye kalkıştığında, polis gösteriyi sertçe bastırdı. On bir yönetici tutuklandı. Polis aynı yıl, Tahran’da 1 Mayıs gösterileri yapmak isteyen 2 bin militan işçiye de saldırdı, 50 militan tutuklandı –bazıları hâlâ hapiste. Milyonlarca İranlı işçi aylardır ücretlerini alamıyor. Örgütlenme girişimleri polis tarafından bastırılıyor.
Venezüella’da Bolivarcı devrim, kamu girişimlerinin özelleştirilmesine bir dizi sınırlama getirdi ve belli sayıda girişimi ulusallaştırdı. İran’da Ahmedinejad ise kamu girişimlerinin özelleştirilmesini hızlandırdı. 2007’den sonra, telekomünikasyon, İsfahan demir-çelik, İsfahan petrokimya, Kürdistan çimento vb. dâhil olmak üzere yaklaşık 400 şirket özelleştirildi. Özelleştirilen şirketler arasında, pek çok banka, petrol ve gaz şirketleri de bulunuyor.
Ahmedinejad hükümeti, kitlelerin dikkatini iç sorunlardan uzaklaştırmak amacıyla Amerikan emperyalizmini eleştirse bile, düşmana karşı bu mücadelesinde tutarlı olamadı. Amerika Irak’a yaptığı müdahalede, bölgedeki bu güçlü düşmanın zayıflamasını gözetleyen İran hükümetinin ve yönetici sınıfının pasifliğine güvendi. İran hükümeti, Irak’ta birleşik bir ulusal kurtuluş mücadelesini kolaylaştırmak yerine, dinsel çizgiler çizerek Irak’taki bölünmede kilit bir rol oynadı.
“Reformcu” Musevi’ye gelince, o, 80’li yıllarda, 30 bin sol militanın ezildiği dönemde başbakandı. Birdenbire İslam Cumhuriyeti’nin -temelde karşı olmadığı- “reform”a, yani birkaç küçük değişikliğe gereksinmesi olduğunu keşfetti. Ahmedinejad’la Musevi arasındaki karşıtlık, gerici rejimin iki kesimi arasındaki karşıtlıktan başka bir şey değil: Biri, aşağıdan gelecek bir devrimi önlemek için yukarıdan reform yapmak istiyor, diğerinin, yukarıdan yapılacak reformların aşağıdan bir devrimi tetikleyeceğinden ödü kopuyor.
Tepedeki bu bölünmeler otantik bir kitle hareketi için ortam oluşturdu. Bu hareketin devrimci ve halkçı niteliği üzerine en küçük bir kuşku duyulabilir mi? İran öncü işçisinin bu konudaki tavrı açık: Seçim kampanyaları sırasında işçilerin ve sendika örgütlerinin (illegal olan) çoğu, adayların hiçbirine oy vermeme çağrısı yaptı, çünkü hiçbir aday işçilerin çıkarlarını temsil etmiyordu. Bu, son derece somut bir durum. Yine de kitle hareketi başlayınca Tahran Otobüs Şoförleri Sendikası (Vahed) harekete tam destek verdiğini ifade etti. Hatta Ortadoğu otomobil sanayisinin en büyük girişimi olan Hodro Fabrikasındaki işçiler, hareketi desteklemek için yarım saatlik bir grev yaptılar. İranlı devrimci militanlar bugün, demokratik haklar için rejime karşı genel grevi tartışıyorlar.
Bizler devrimciler olarak İran’daki her türlü emperyalist müdahaleye açıkça karşıyız. Başkan Chavez şu son yıllarda uluslararası forumlarda İran’a karşı emperyalist tehditlerden söz etti. Devrimle karşıdevrimi karıştırmış olmalı. Bolivarcı devrim, Ahmedinejad’ın gerici rejimine karşı Tahran sokaklarında ve diğer kentlerde, kendi Caracas’larını ya da kendi “13 Nisan”larını yaratmak isteyen İran halkının, kadınların, gençlerin, işçilerin yanında olmak zorunda.
Başkan Chavez 18 Haziran’da Ahmedinejad’ın yeniden seçilmesini kutladı. “Dünya kapitalizminin bu ülkeye saldırısının karşısında Venezüella-İran dayanışmasından” söz etti. Venezüella’daki Devrimci Marksist Hareket bu tavrı paylaşmıyor. Aşağıdaki gözlemler bu tartışmadaki düşüncelerimizi besliyor.
İranlı işçilere ve gençlere karşı sert baskı görüntüleri, tüm dünyadaki işçiler ve gençler arasında bir nefret dalgasını tetikledi. Bunun bilincinde olan burjuva medyası -tipik bir ikiyüzlülük ve demagojiyle- Venezüella’yı İran’a, Ahmedinejad’ı Chavez’e benzetmeye çalışıyor.
Bu iki rejimi ve bu iki yöneticiyi karşılaştıran kapitalist medya, dünya işçilerinin kafasını karıştırmak ve Venezüella Devrimi’nin yarattığı sempatiyi aşındırmak istiyor. Venezüella’nın devrimci gençleri ve işçileri, İran’ın tarihini ve bugünkü durumunu incelemeli, İran rejiminin gerçek niteliği üzerine ciddi bir tartışma açarak, bu kampanyaya karşı koymalı ve İranlı kardeşlerimizin, bizim burada, Venezüella’da yararlandığımız aynı hakları kazanmak için sürdürdüğü mücadeleye desteğini göstermelidir.
Her türlü emperyalist müdahaleyi reddediyor ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve demokratik hakları için, İranlı kitlelerin İslam Cumhuriyeti’nin karşısındaki devrimci hareketini destekliyoruz.
22 Haziran 2009, Venezüella
Yayınlandığı tarih, 25 Haziran 2009
[La Riposte’taki Fransızcasından Şule Ünsaldı tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]